Kişisel Web Sitesi

PADİŞAHIN ÜÇ OĞLU

Bir padişahın üç oğlu vardı. Üçü de anlayışlı, görgülüydü. Her biri öbürlerinden daha değerli, cömertlikte yiğitlikte, savaş eri olmada öbürlerinden üstündü. Şehzadeler, padişahın tapısında toplandılar. Adeta padişahın iki gözünün nuru üç tane mumdular.

Babanın ağaca benzeyen vücudu, gizli bir yol vasıtasıyla oğul’ un iki gözünden su alır, gıdalanır. Oğuldan coşan bu kaynak ananın, babanın bahçelerine kadar akar gider.

O üç oğlan da babalarının ülkesinde seyahate çıkmayı kurdular. Divan ve geçim işlerini düzene koymak üzere babalarının şehirlerini kalelerini gezip dolaşacaklardı. Padişahın elini öpüp vedalaştılar. O emrine itaat edilir padişah onlara dedi ki” gönlünüz nereye isterse varın. Allah’a emanet. Elinizi, kolunuzu sallaya, sallaya gidin. Yalnız ” Hüş-rüba- Akıl kapan” derler bir kale vardır. Orada nice erlerin kaftanı, bedenine dar gelir. Sakın oraya gitmeyin. Allah aşkına olsun sakın ” Zatüssuver- Resimli ” denen kaleye varmayın. Oradan uzak olun, tehlikeden korkun. O kalenin yüzü, arka tarafı, burçları tavanı döşemesi hep insan resimleriyle bezenmiştir. Yusuf dalıp baksın diye Zeliha da odasını resimlerle bezemişti ya hani. Yusuf, ona bakmadığından o da hileye başvurmuş, odayı kendi resimleriyle doldurmuştu.

Güzel yüzlü Yusuf, nereye bakarsa elinde olmaksızın onun yüzünü görsün diye böyle yapmıştı. Allah da gözü aydınlar için altı tarafı da delillerine mazhar etti. Her hayvan her bitki nereye baksa nereye varsa Allah güzelliğini görsün; ondan gıdalansın dedi.

Babaları bu sözleri söylemeseydi, o kaleden çekinin demeseydi. O kaleye gitmek akıllarına bile gelmeyecekti. Gönülleri o tarafa akmayacaktı bile. Çünkü tanınmış bir kale değildi. O, pek ıssız bir yerdeydi.

Kalelerden yollardan uzaktaydı. Fakat babaları gitmeyin deyince bu sözden hevese hayale düştüler. Bu men edilme yüzünden gönüllerinde bir rağbettir uyandı, onun sırrını mutlaka öğrenmek gerek dediler.

Men edilen şeye gitmeyin yapmayın denen şeyi yapmayan kimdir? İnsan men edildiği şeye haristir. Bir şeyi yapma demek, iyi ve Allah’dan çekinir kişileri o şeye yanaştırmaz ama hava ve hamasîne uyanları o tarafa sürer, götürür. Şu halde bu yapmayın sözü birçok kişileri azdırır. Birçok kalbi uyanık kişilerde bununla doğru yola gitmiş olurlar. Alışkın güvercin kamışlardan kaçar mı hiç? O kamışlardan alışmamış, yabani güvercinler kaçar.

Şehzadelerde hizmette bulunuruz, dediğin gibi hareket ederiz baş üstüne.

Şehzadeler, o kaleye gitmek için yola düştüler. Meyvesini yemeyin denen ağaca yürüdüler. İhlâs sahiplerinin tavlasından çıktılar. Babalarının gitmeyin demesinden büsbütün hararetlendiler. O kaleye yüz çevirdiler. O seçilmiş Padişahın sözüne karşı durdular. İnsanın sabrını yakıp yandıran ” Hüş-rüba” kalesine yüz tuttular.

Öğütleri kabul eden aklın inadına gündüzden döndüler de kapkaranlık geceye daldılar. O güzelim ” Zatüssuver” kalesinin denize beş kapısı vardı, karaya beş kapısı.

Beş kapısı, dış duygularımız gibi renk ve koku alemineydi, beş kapısı da iç duygularımız gibi sırlar arardı. O binlerce resim ve nakşı seyrettiler, yer, yer gezdiler resimler görüp kararsız bir hale geldiler. Bu suret kadehlerinden pek sarhoş olma ki put yapıcı ve puta tapıcı olmayasın.

Şehzadeler kalede pek güzel pek alımlı bir resim gördüler.

Bundan daha güzel kız görmüşlerdi ama bu resmi görünce derin bir denize daldılar sanki. Çünkü onlara bu kâse içinde afyon verilmişti bir kere kâseler görünürde o afyon görünmez. Hüş-Rüba Kalesi yapacağını yaptı. Her üçünü de bela kuyusuna attı. Bakış oku yaysız olarak gönüle geldi saplandı.

Ey aman bilmez aman, aman eski zamanlarda gelip geçmiş nice ümmetleri taştan suret yaktı yandırdı. Dinlerine de ateş saldı. Gönüllerine de. Artık bu suret canlı olursa nasıl olur neler yapmaz o. Fitnesi her an bir başka çeşittir onun. Suret aşkı Şehzadelerin gönlüne mızrak gibi battı. Her biri bulut gibi gözyaşları döküyor alını dişliyor. Yazık diyordu. Padişahın önceden gördüğünü biz şimdi gördük o eşsiz padişah bize ne kadar antlar verdi.

Biz padişahımızın buyruğundan dışarı çıktık babamızın lütuflarına nankörlük ettik.

Onun sözünü ehemmiyetsiz bulduk. Onun eşsiz inayetlerini mühimsemedik. İşte şimdilik hepimizde hendeğe düştük. Savaşsız kazalara uğradık öldürdük. Kendi aklımıza güvendik fikrimize dayandık ta bu tehlikeye çattık. İnce hastalığa tutulan kendisini nasıl sağlam sanırsa biz de tıpkı onun gibi kendimizi sağlam sandık hür zannettik. Hâsılı dertler içinde acaba dünyada kim bu resim kimin resmi diye araştırmaya koyuldular.

Bir hayli arayıp sorduktan sonra bir gün yolda gözü açık bir ihtiyara rastladılar. O bu sırrı açtı. Duyma yoluyla değil aklına gelen ilham yoluyla bu sırrı buldu. Sırlar onun gözünün önünde apaçıktı. Dedi ki. Pervin denilen yıldız kümesi de buna haset eder. Bu Çin Padişahının kızının resmidir. O, can gibi ana karnındaki çocuk gibi gizlidir.
Sarayında perdeler arkasındadır.

Yanına ne erkek çıkabilir ne kadın. Padişah onu fitnelere uğramaması için gizlemiştir. Padişah onu pek kıskanır. Bulunduğu yerin damının üstünden kuş bile uçamaz. Eyvah böyle bir sevdaya düşen gönüle. Hiç kimse böyle sevdaya uğramasın.

Derde uğrayan o üç Şehzade birbirlerine döndüler. Her üçünün de zahmeti birdi, derdi bir elemi bir. Her üçü aynı düşüncedeydi aynı sevdaya düşmüştü. Her üçü aynı derde uğramış aynı hastalığa tutulmuştu. Sükût içindeydiler. Fakat üçü de aynı tehlikeye düşmüştü. Sözde de her birinin delili birdi. Bir müddet hepsi gözyaşı döktüler, musibet sofrasının başında kanlar saçtılar. Bir zaman her üçü de gönül ateşiyle yandılar, buhurdan gibi sıcak soluklar aldılar.

Büyük kardeşleri dedi ki. Ey hayırlı kardeşler biz başkasına er gibi öğütler vermez miydik? Adamlarımızdan biri bize dertten yoksulluktan, korkudan yer deprenmesinden şikâyet edince sıkıntıdan az ağla sızla. Sabret, sabır ferahlığın anahtarı derdik ya şimdi bu sabır anahtarı ne oldu? O türe bozuldu mu şaşılacak şey!

Savaş zamanında ateş içinde bile altın gibi hoşça gül diyen biz değil miydik? Savaşın o dar zamanında asker benziniz sararmasın demez miydik?

Atların adam kellerinden başka basacak bir yer bulamadığı zamanlarda ordumuzu hay haylar la mızrak gibi kahredici bir halde saldırın diye teşvik etmez miydik? Bütün âleme sabredin der; sabır gönlün ve göğsün ışığıdır diye öğüt verirdik ya. Şimdi nöbet bizde. Neden sersem oluyor, çirkin karılar gibi neden çarşafa bürünüyoruz? Ey gönül herkesi hararetlendirdin ya hadi bakalım şimdi sen hararetlen kendiliğinden utan.

Bu sözleri söyleyip derhal yürüdüler. İşte dostum ne olduysa da o vakit odu. Sabrı seçtiler doğrulardan oldular. Ondan sonra Çin şehirlerine doğru yürüdüler. Analarını babalarını bıraktılar ülkelerini terk ettiler. O gizli sevgilinin yolunu tuttular. İbrahim Edhem gibi aşk onları tahtlarından etti. Elsiz ayaksız ve yoksul bir hale düştüler.

Bu üç şehzadenin canı da Çin ülkesinin etrafında kuşlar gibi tane devşirmeye başladı. Ağızlarını açıp sırlarını söylemeye kudretleri yoktu. Çünkü içlerindeki sır, pek mühim ve pek tehlikeli bir sırdı. O anda yüz binlerce baş bir pulaydı. Kızgın aşk okunu yayına koymuş, yayını kurmuştu. Aşkın okunu yayına koymuş, yayını kurmuştu.

Aşkın hoşnutluk zamanında kızgın değilken bile her an öyle zalim bir huyu vardı ki.Saltanatlar bile böyle kulluğa kurban olsun! Şehzadeler yüzlerce korkuyla yüzlerce çekinmeyle sırlarını kinaye yollu hafif, hafif birbirlerine söylüyorlardı. Sırlara Allah’dan başka mahrem yoktur. Ah’a ancak gökyüzü hemdemdir. Birbirlerine bir şey bildirirken aralarında kendilerine ait ıstılahlar vardı. Alelade halk da bu kuşdilinin bir kısmını bellemiştir de şatafatlar satmışlar, ululuklar etmeye kalkışmışlardır

Büyük kardeşleri dedi ki: Kardeşlerim beklemeden canım ağzıma geldi. artık bir şeye aldırış etmiyorum sabrım kalmadı. Bu sabır beni adeta ateşe attı. Sabretmeden takatim tak oldu. Başıma gelen şey aşıklara ibret kesildi. Ayrılık yüzünden canıma doydum. Ayrılıkta yaşamak münafıklıktır. Ayrılığın derdi, niceye bir beni öldürecek kes başımı da aşk, bana bir baş bağışlasın.

Fakat gömlek nihayet gammazlıkta bulundu. İki küçük kardeşi büyük kardeşlerine öğütlerde bulundular. Dediler ki. Düşeceğin tehlikelerden bihaber olma. Kendine gel, yaralarımıza tuz ekme. Babayiğitlik taslayıp yahut şüpheye düşüp bu zehri içmeye kalkışma. Her şeyden haberdar olan bir şeyin tedbirine uymadıkça kalb gözün açık olmadığı halde nasıl yol gidebilirsin? Vay o kuşa ki kanadı bitmeden yücelere uçmaya kalkışır da tehlikeye düşer. İnsana kol kanat akıldır. Adamın aklı olmazsa kendisine başka bir aklı kılavuz etmesi gerektir. Ya üstün ol ya üstünlüğü ara.

Kendine gel, heva ve hevesi bırak, onun dileğince hareket et. Çin ülkesinde herkes inanarak ve kuvvetle padişahımız, anadan doğmamıştır; onun hiçbir oğlu yoktur.

Hatta bir kadını bile kendisine yaklaştırmamıştır der. Padişahlar hakkında oğlu kızı vardır diyen, boynunu keskin kılıca eş etmiştir. Padişahsa madem ki der; bu sözü söyledin karım olduğunu ispat et; kızım olduğunu ispat ettin mi keskin kılıcımdan emin olursun. Yahut da şüphe etme ki senin boynunu keserim. Canından hırkanı çeker çıkarırım! Ey yalan dolu sözler söyleyen sen hiçbir suretle başını kılıçtan kurtaramazsın. Ey bilgisizlikten batıl sözler söyleyip duran! Kesik başlarla dolu olan hendeği gör.

Bu gürültü yüzünden dibinden ta ağzına kadar kesik başlarla doludur bu hendek. Bu başların sahipleri hep bu işe giriştiler bu dava yüzünden başlarını verdiler. Kendine gel de ibret gözünü aç, bunları gör, böyle bir davaya girişmeye kalkışma. Kardeş sen bu işe giriştin ama ömrümüzü bize zehir edeceksin. Birisi körlükle ve bilmeden yüzyıl yürürse o aştığı yol, yoldan sayılmaz. Silahsız savaşa gitme. Korkusuzlar gibi tehlikeye atılma.

Kardeşleri bu sözler söylediler ama o sabırsız şehzade dedi ki: Bana bu sözlerden nefret geliyor. Göğüs ateşle dolu bir mangala benziyor. Ekin kemale geldi artık orak zamanı. Gönülde bir sabır vardı, şimdi o da kalmadı. Sabrın yerine aşk gelip oturdu. Aşkın doğduğu gece sabrım öldü. O ölüp gitti. Allah sizlere ömür versin. Ey söz dinleyen ben söz söylemeden de geçtim dinlemeden de. Artık soğuk demir dövmeye kalkışma.

 

Bir Cevap Yazın