Kişisel Web Sitesi

T.C.G. DUMLUPINAR DENİZALTISI (S-339) ÇARPIŞTI-ÖLÜMÜ HİSSETMEK

31 Ağustos 1976, 15:00 Denizaltı Filo İskelesi-GÖLCÜK

Bir dizi tatbikattan yeni dönmüş olan T.C.G. Dumlupınar Denizaltı Gemisi, Yeni bir tatbikata katılmak üzere Gölcük limanından ayrıldı. En kıdemli komutan olduğundan dolayı da, T.C.G. Muratreis ve T.C.G. Hızırreis’in önünde, onlara konvoy başılık yapıyordu.

Hava hafif esintili, açık ve görüş iyiydi. Personelde, ramazan ayı olmasından dolayı manevi bir hava hakimdi ve çoğu oruçlarını tutuyordu. Öğleden sonra başlayan seyir, genel anlamıyla sakin geçiyordu.

01 Eylül 1976, 04:00 Çanakkale Boğazına 2 saatlik bir mesafe var.

24:00-04:00 vardiyasını bitirerek, dinlenmek üzere yatağıma girdiğimde; 1 saat sonra yaşanacak o müthiş, tarifi imkansız olayları, önceden hayal etmek herhalde olanaksız, hatta fantezi sınırlarını çok zorlayan bir fenomen olurdu.

Denizaltı gemisini bilmeyenler için kısa bir tarif yapmak gerekirse; yatık durumda bir dolma kalemin, 8 adet, birbirinden izole edilebilen bölümden oluştuğunu, Astsubay yaşam mahallinin ise tam ortada bulunduğunu, 9. bölmenin de bir önceki santral bölmesinin üzerinde olan, Kule dairesi ( Komuta Merkezi) olduğunu söylersek, kabaca bir fikir vermiş oluruz.

04:50 Çanakkale Boğazı girişi, Zincirbozan mevkii.

Vardiya teslim edip yatalı çok kısa bir süre olması ve 22 yaşın verdiği, uykusuz  ve yorgunluktan sonra yumuşak, tertemiz yatağa 8 saat dinlenme psikolojisiyle girmek, büyük bir rahatlık duygusu verir. 50 dakika sonra, henüz derin bir uyku moduna giremeden, müsademe (çarpışma) alarmlarının çalması ile uyanıp, bunun gerçek mi, eğitim mi? olduğunu değerlendirmem herhalde saliseler mertebesinde olmuştur. Bu kadar kısa süre de açılan şuurum, gerçek olduğunu, eğitim olamayacağını bildirince, uyku sersemliğinin de verdiği büyük şokla beraber, iç koridorun en sonunda bulunan, üçlü ranzanın en altındaki yatağımdan fırlamam ile aynı anda korkunç bir gürültüyle geminin sarsılması bir oldu. Büyük darbe; benim bulunduğum koridorun paralelinde ve tam karşısında, sancak taraf yatakhane ile salon geçiş kapısının yanında gerçekleşti. İlk darbe ve sarsıntı hafifleyince  şartlar gereği, içeride yapılacak  en doğru hareketin, sızdırmazlık tedbirlerini alarak bir sonraki bölüme geçmektir. Gereken tedbirlerin alınmasıyla beraber, İçeriye sür’atle su dolmaya başladı ve içeride kalanlarla beraber, çok hızlı hareket ederek bir sonraki bölmeye geçmek durumundaydık fakat öndeki ağabeyimizin, durumun vahametinden basireti bağlandı;ellerini iki yana açıp korku ve panikle feryat ederek önümüzü kapattı. Onun arkasında başka bir ağabeyimiz ve onun arkasında da ben vardım. Yolumuz kapanmasaydı, ben dahil birkaç arkadaşımız daha kuru olan diğer bölmeye geçebilecekken maalesef geçemedik. Baş Dizel dairesi kaportası, son geçen tarafından kapatıldı ve kilitlendi. Biz geçemeyenler ise yatakhanede bölümünde kaldık ve gittikçe yükselen soğuk su ile beraber, mahsur kalan 13 kişi de yükselmeye başladık. Bizden önce 1953 senesinin 4 Nisan günü, aynı bölgede batan adaşımız, Dumlupınar Denizaltı Gemisi ile aynı kaderi paylaşacağımızı ve gemimizin batarak hepimizin öleceği endişe ve korkusu içerisinde kelime-i şehadet getirerek beklemeye başladık.

Kaza Yeri

22 yıllık yaşantım, bir film şeridi gibi inanılmaz bir hızla gözlerimin önünden geçiyor ve bu arada da sular gittikçe yükseliyordu. Ayaklarımıza, belimize, göğsümüze doğru yükseliyor, endişe ve korkudan suyun soğukluğunu bile hissedemiyordum.”Ölümüm; kolay mı, zor mu olacak?” Düşüncesi ile soğuk terler döküyordum. ” 22 Yaşında da ölünür mü? Allah’ım, keşke evlenseydim de çocuklarım olsaydı, arkamdan bir fatiha okur, beni anarlardı düşüncesi aklımdan geçiyor, Annem, babam, kardeşlerim ve beni sevenler ne kadar üzülecekler.” Düşünceleri ile benzer düşünceler, saniyelerle ölçülebilecek hızda beynimi zorluyordu. “Ölümü hissetmek” bu olmalıydı. Arkadaşlarımın bir kısmı, şok geçirip şuursuzca bağırıyor, feryat ediyor,diğer bir kısmı da dua edip şehadet getiriyordu. Zaman, bitmek tükenmek bilmeyen bir hızla geçiyordu. Az önce yataklarımızda mışıl mışıl uyuyan bizler, şimdi ne haldeyiz ve çok kısa bir zaman sonra da sular iyice yükselecek, bizi de içine alarak yaşamımıza son verecek, ne hazin, ne kötü bir son, kim bilir daha ne kadar yaşanacak iyi, kötü ömürlerimiz olabilirdi.
Hepimiz, yatakhane bölümünün en üst noktasının bir yerlerine tutunarak, kaçınılmaz akıbetimizi bekliyoruz ve sular boğazımıza kadar geliyor. Kafalarımız en üst noktada artık, kımıldayacak bir yerimiz yok ve çalkantıyla beraber sular, alt dudağımıza çarpıp duruyor. Enerji kesik olduğundan etraf zifiri karanlık, hiçbir şey görünmüyor. Birbirimizi seslerimizden, etrafı ise el yordamıyla teşhis edebiliyoruz. Kaçınılmaz sona yaklaşırken sanki görünmez bir el, daha fazlasına müsaade etmiyor ve sular yükselmiyor, alt çenemizin hizasına gelip, duruyor. Neler oluyor? Derken, gemi yavaş yavaş, çarpılan tarafa yani sancak tarafına doğru yatmaya başlıyor. Biz de, iskele tarafa geçiyoruz ki, orada su seviyesi, göğsümüzün hizasına geliyor, biraz rahatlıyoruz.

Müze Denizaltı Gemisinde, 40 Yıl sonra aynı yerde ölümü bekleyiş duruşu.

ASTSUBAY YATAKHANESİ

KIÇ BATARYA YATAKHANE (Ara Kaporta ve Koridor)

BAŞ DİZEL (Buraya geçemedik)

Bu arada anons devresinde ki konuşmalardan, geminin batmadığını ve hala suyun üzerinde olduğunu anlıyoruz. Biraz olsun moralimiz yükseliyor ve daire telefonundan; yatakhanede 13 kişi olduğumuzu ve mahsur kaldığımızı bildiriyoruz. O sırada geminin hafiflemesi için motorin sarnıçları boşaltılıyor. 200 ton motorin, geminin yarasından içeriye girmeye başlıyor. Tam kurtulma ümidimiz belirmişken, bu defa da motorin ve onun buharından zehirlenme veya yatakhanemizin altında bulunan 126 adet insan boyundan büyük akülerin, deniz suyu ile temas etmesiyle oluşacak, klorin gazından zehirlenme olasılığı, bizleri endişelendirmeye başlıyor.

İçeride mahsur kalıp, serin kanlı düşünebilen birkaç arkadaş, yatakhaneden salona geçmemiz ve oradan da güverteye açılan kaportadan, geminin üzerine çıkıp kurtulabileceğimizi, bunun için hepimizin sakin olup, öncelikle 45 derece sancak tarafına yatmış, içi su ve motorin dolu, karanlık bir bölmeden yani yatakhaneden salon tarafına, el yordamıyla geçmemiz gerekiyordu. Fazla zamanımız yoktu ve kurtulmak istiyorsak sakin olmalı, birbirimize yardım etmeliydik. Fikir hepimiz tarafından benimseniyor ve ön bölmeye (Astsubay salonu), bu güç şartlar altında geçmeye başlıyoruz.

KIÇ BATARYA

KIÇ BATARYA

Ara bölme kapısı, tamamen suyun içerisinde kaldığından, öbür tarafa geçenlerden artık ses gelmiyordu. Diğer bölüme geçmek için iskele taraftaki koridorun sonuna kadar gelip, üst yataktan geçerek, ara kapının olduğu noktanın üstüne gelmeli, ayaklar yardımıyla kapıyı tespit edip, dalarak diğer tarafa geçmek gerekiyordu. Bulunulan fiziki şartlar ve psikolojik durumlar düşünüldüğünde, çok zor bir durumla karşı karşıya olduğumuz fakat başka çaremizin de olmadığının bilinciyle, tek tek diğer tarafa geçmeye başladık. Zorlu uğraşlardan sonra içeride iki kişi kalmıştık. Erhan ağabey de diğer tarafa geçince, yalnız kaldım. Bu kötü şartlara bir de yatakların, yastıkların ve battaniyelerin sudan dolayı şişerek barikat oluşturması, işimi oldukça zorlaştırdı. Yalnız kalmanın verdiği endişe de eklenince, iki denemede başarısız oldum. Nefesim tükenmek üzereyken, zorlukla suyun üzerine çıkarak, güçlükle nefes alabildim. Böyle olmayacaktı, sakin olmalıydım. Önce, şişerek suyun üzerinde bulunan tüm yatak malzemelerini, insan üstü bir güçle, aksi istikamete doğru bir kolumla ittim, iyice temizlendiğini hissederek, ayaklarımla ara kaportayı aradım, tahmini olarak yerini bularak, daldım ve diğer tarafa geçtim fakat suyun üzerine çıkamıyordum. Çabalıyor, çırpınıyordum ama adeta birisi sırtımdan kuvvetle tutmuş, beni aşağıya bastırıyor ve kıpırdatmıyordu. Muhtemelen yemek masasının altına girmiş, bir türlü çıkamıyordum. Nefesim tükenmek üzereydi ve neredeyse kendimden geçmek üzereyken atletimin askısından bir el kavrayarak, beni yukarıya çekti. Derin, derin nefes alarak biraz olsun kendime geldim. Beni yukarıya çeken Erhan ağabey:

– Tutun buraya, sakin ol. 8 kişi kurtuldu, yukarıya çıktılar, 5 kişi kaldık. Bizi de kurtaracaklar. Üst kaportayı kapattılar, birazdan açacaklar, korkma. Diyerek durumu kısaca özetledi. (Mekanı cennet olsun 1999 Gölcük depreminde hayatını kaybetti) beni yatıştırdı, moralimi yükseltti.

Kısa bir süre sonra açılan ve üst kaportadan tutulan ışığın yansımasını gördük. Erhan ağabey kumandayı ele alarak tek tek hepimizin çıkmasını sağladı. En son ikimiz kaldık;

   

Sait Küçük              Erhan Arı

– Bak! ışığı görüyorsun. Kaportanın alt girişi orada, dal ve kendini yukarıya fırlat.

Derin nefes alıp, daldım. Kaportanın içerisine girerek, kendimi yukarıya fırlattım. Belime kadar yukarıya fırlamıştım, 3-4 arkadaş gelenleri karşılamak için bekliyorlardı. Arkadaşlarım Gürkan BÜYÜKÖRMECİ ve Şener SONGÜL ki içeride bizimle birlikteydi, (Onun da mekanı cennet olsun, seneler sonra kalp krizinden dolayı hayatını kaybetti) beni kucaklayarak yan tarafa aldılar.

– Başka kimse kaldı mı? Sorusuna cevap veremeden,

Tamam, başka kimse kalmadı. Diyerek, Erhan ağabey de çıktı.

Mahsur kalan 13 kişinin tamamı, kurtuldu. Ben dahil yaralı olan beş kişi, Hızırreis Denizaltı gemisine götürülerek, tedavilerimiz yapıldı. Başımda ve sırtımda kesikler vardı. Herhalde geminin içerisindeyken yaptığım kurtulma çabaları esnasında oluşmuştu fakat hiçbir acı hissetmiyordum çünkü bir dizi mucize türü olaydan sonra kurtulmuş ve yaşıyordum. Benim için bundan daha büyük bir mutluluk olamazdı.

TÜRK DENİZALTICILIK TARİHİ

KADERLERİ AYNI, ÜÇ ADAŞ DENİZALTI

BİRİNCİ DUMLUPINAR : 1931 Yılında; Karadeniz’deki bir tatbikattan dönerken dümen arızalanmasından dolayı Haydarpaşa önlerinde bir gaz tankeriyle çarpışarak karaya oturdu. Can kaybı olmadı.
İKİNCİ DUMLUPINAR    : 4 Nisan 1953, gece 02:15 sularında Çanakkale Boğazı’nın Nara Burnu açıklarında Naboland adlı İsveç şilebiyle çarpışarak battı. 81 denizci şehit oldu.
ÜÇÜNCÜ DUMLUPINAR : 1972 yılında göreve başlayan U.S.A. yapımı S-339 denizaltısına da diğer iki denizaltı gibi Dumlupınar adı verildi. Hizmete başladıktan 4 yıl sonra, 1 Eylül 1976’da Çanakkale Boğazı girişinin Zincirbozan mevkii önlerinde, Sovyet bandıralı Fızik Vavilov gemisiyle çarpıştı.Karaya oturan denizaltında can kaybı yaşanmadı ama havuzda bakım onarımı yapılırken çıkan yangında denizaltı ağır hasar alarak onarımı gecikmeli olarak bitirildi. 1983 yılına kadar görevine devam etti ve bu tarihte hizmetten ayrıldı.

Dumlupınar adlı adaş denizaltılarının yaşadıklarından sonra Türk Deniz Kuvvetleri bir daha hiçbir denizaltısına Dumlupınar adını koymadı.

Niyazi KAPTAN

Em. Dz. Astsb. Kd. Bş.Çvş.

   

 

Kazazedeler

Darbe alınan bölüm                               Kazadan sonra havuza alınan gemi

FİZİK VAVİLOV

Eşdeğer Gemi: Leninsky_Komsomol

5 thoughts on “T.C.G. DUMLUPINAR DENİZALTISI (S-339) ÇARPIŞTI-ÖLÜMÜ HİSSETMEK

  • TC Namık Aksoy dedi ki:

    Niyazi kardeşim;üzüntü verici bir anıyı kaleme almış olman beni geçmiş yıllara götürdü. Aslında bir dizi olayların başlayıp yaşanmasından önce, gemiyi teslim almaya giden ikinci parti personelden biri olarak, Atatürk hava alanında uçağa binmeyi beklerken ilk uyarıları almaya başlamıştım. Havaalanı bekleme salonunda guruplar halinde sohbet ederek,Ramazan AKTAŞ (DSA) Asb.ile birlikte iken,yanımıza yaklaşan orta yaş üstü bir çift kendilerini yurt dışı emekli mak. mühendisi olarak tanıttıkdan sonra, bizlerin aynı stil giyim ve traşımız olduğunu belirterek futbolcu olduğumuzu tahmin ettiklerini ifade ettiler. Biz de Dz. Assubayları olduğumuzu, Amerika’ya denizaltı almak için gitmek üzere olduğumuzu ifade ettik. Ancak, bilhassa kültürlü olan çiftten bayan, alınacak denizaltının ismini merak ettiklerini, biz de Dumlupınar olarak tesbit edildiği cevabını verince, verdikleri tepkiyi bunca zaman geçmesine rağmen asla unutamam. Hayretler içinde kalmış bir bakış ile, çok yanlış olduğunu, batmış bir denizaltının hatıraları ile geçmişte yaşanmış acı bir anı olarak kalması gerektiğini, Dz. Kuvvetlerinin böyle bir yanlışı yapmış olmasının kabul edilemiyeceğinin, başka bir isim konmasının mümkün olmadığını, Deniz kuvvetlerinde bunun bir gelenek olduğunu belirttikden sonra, ısrarla gitmememiz gerektiğini tekrar tekrar eşi ile birlikte ifade ettiler. Biz de asker olduğumuzu, verilen emri yerine getirmekle görevli olduğumuzu, her ne kadar bu tür bir inanış içinde olmamakla birlikte düşüncelerine saygı gösterdiğimiz nazik bir şekilde ifade ettik. Yanımızdan çok üzgün bir şekilde, acıyarak bakarak ayrıldılar. Not;Niyazi kardeşim, devamını yazmak isterim, bazı olayları açıklamamamızı isteyen gm. KOM. nımızın (Em. Alb. Zeki AKYÜZ) emrini, uzun yıllar geçtikten sonra itaatsizlik olarak vasıflandırılamayacağını da ayrıca belirtmek isterim.

    • Niyazi Kaptan dedi ki:

      Namık abi merhaba, İlginiz ve yorumunuz için teşekkür ederim. Dumlupınar’ı Amerika’dan alan personel olarak, uğramış olduğumuz müessif kazadan dolayı siz de etkilenmiş ve fazlasıyla üzülmüşsünüzdür. Allah, bu tür kazaları tekrar yaşatmasın.Kazadan sonraki yıllarda kaybettiğimiz arkadaşlara Allah rahmet eylesin, Hayatta olanlara da sağlıklı, mutlu, uzun ömürler dilerim. Selam ve sevgilerimle.

  • Can Uzun dedi ki:

    Niyazi abi. Vatan sizlere minnettar. Bu yaşantılarınızı kaleme alıp biz yeni nesile de aktarıyor olmanız bizim için çok güzel bir şey. Müteşekkirim, selamlar.

  • Sait Küçük dedi ki:

    1953 Senesinde batan TCG Dumlupınar D-6 Denizaltısından sonra 1972 de Amerika’dan aldığımız, USS Caiman SS323 Denizaltısına Merasim ile Türk Sancağı çekerek TCG Dumlupınar S339 ismi ile yurda getirdik. 1983 tarihine kadar hizmet veren bu gemimiz 1953 yılında batan Dumlupınar Denizaltı gemimizin uğradığı elim kazanın aynısını 1976 da yaşadı, şans eseri batmaktan kurtulduk.

    TCG DUMLUPINAR S339 1 EYLÜL 1976

    Güzel bir yaz sonuydu 31 Ağustos 1976. Üç Denizaltı Gölcük den Akdeniz e tatbikat için avara ettik, Marmaranın sakin sularında makineler TAM YOL İLERİ sıra nizamı ile önde
    TCG Dumlupınar, ardından TCG Muratreis, ve TCG Hızırreis.
    1 Eylül 1976 03:00 Marmara adasını geçtiğimiz sırada, Ramazan dolaysı ile kıç batarya da
    oruç tutanlar yemek yerken, dairelerin dalış kontrolünü yaparak dolaşan Baş Çarkçı, Kıç batarya kaportasının su bombası kapağının takılmadığını gördü.
    BÇ- “Arkadaşlar bu kapak neden hala takılmadı?.”
    “Çarkçı başım, henüz Çanakkale boğazına gelmedik, Kıç bataryada yemek yeniyor, çöpler dökülür dökülmez hemen kapatılacak” dedim.
    BÇ- “Tamam acele edin, bir daha gelişimde açık görmeyeyim.”
    (Yemek bahanesi ile kapatılmayan kapağın sıkma somununun anahtarı Santraldan getirilerek
    Sıkılır ve tekrar Santral’a götürülürdü. Eğer kapak kapatılmış olsaydı su içinde kalanlar o
    kaportayı açamayacaklardı, kaportanın yanında asılı bir anahtar da olmadığı için kurtuluş
    ümitleri yoktu. Kapağın kapatılmayışı kurtuluş nedenlerinden birisidir.)
    1 Eylül 1976 04:00 Manevra dairesinde 04:00 – 08:00 Vardiyasını aldığımda durum:
    İki Dizel ile Makine telgraflarında Tam yol ileri komutu ile seyrederken, ana motor yatak yağ hararetlerini kontrol etmeye başlamıştım, henüz vardiyayı alalı 15 dakika olmuştu ki Makine Telgrafına FLANK (Son Yol )komutası geldi. İki Dizelle FLANK komutası olmaz. Çünkü makineler son güçleri ile seyredildiğinden, daha fazla yol istendiğinde 2 Dizel daha devreye alınır 4 Dizel ile seyredilir. Acil durumda ise Dizel-Jeneratör seyrinden çıkılır Batarya gücü ile istenilen komuta icra edilir, bunun için de herhangi bir ALARM gerekir. Serdümen hatası zannedip hemen kuleyi aramak için elimi telefona kaldırdığım an MÜSADEME ALARMI Çaldı.
    (Çoğu kez tam yolla seyrederken yarım yola düşüldüğünde serdümen makine telgrafını
    Yarım yola alırken telgrafı yanlışlıkla ters tarafa FLANK a çevirdiğinde ben telefon ile ikaz
    edip düzelttiriyordum. Bunu da böyle bir durum zannettim.)
    MÜSADEME alarmı, FLANK ın gerçek olduğunu doğruladı. Acil Batarya seyrine geçmek için tam elimi Dizelleri ani durdurma havası koluna attığım an müsademe alarmından 5 saniye sonra ki büyük bir gümbürtü ile sarsıldık, sancak alabandaya yapıştık. Tekne müsademe ile 40 derece iskeleye yattı, geminin ayrılması ile sancak 60 derecede yatık kaldı.
    1953 senesinde müsademe neticesinde batan D-6 Dumlupınar’a çarpan NABOLAND şilebinin burnu yatık olduğundan çarptığı Dumlupınar’ı 90 derece yatırdığı için Dalış sarnıçları alt portlarından kaçan hava neticesi dalışa geçer gibi battı, oysa bize çarpan M/S FİZİK VAVİLOV gemisinin burnu buzkıran dom çıkıntılı olduğundan burnundaki çıkıntı, vasatta 3-A İhtiyaç Motorin Sarnıcı, bitişiğinde 4 Pusluk Emniyet sarnıcını yararak 1 pusluk mukavim tekneyi yırtarak saplandığından 40 Dereceden fazla yatıramadığı için batmaktan kurtulduk. Çarpıştığımız yerin Deniz derinliği 800 Metre oluşu bizlere hiçbir şekilde kurtulma şansı tanımazdı.
    Hemen kulaklıklı telefonu, telefon nöbetçisi erden aldım Kıç torpido dairesinden diğer Elektrikçi er de geldi derhal Dairede derin su tertibatı almalarını ve sakin olunmasını söyledim. Telefonda muhabereleri dinlemeye aldım ki müsademenin kıç batarya da, Sancaktan olduğunu öğrendiğimde hemen kıç Batarya ceryanı kesme Otomatik şalterini attırdım, Baş batarya ile TAM YOL tekneyi sahile doğru sürerek oturtturmak istedik. Kulede bulunanlar serdümen dahil kuleyi terk ettiğinden boşta kalan Dümen dolabını kullanacak kimse kalmadığından, ve korkudan Kule ye Dümen dolabına inilemediği için, köprü üstünden telefon ile Kıç Torpido Dairesine “Hidrolikte arıza, Amudi dümen elle kumanda edilecek” kumandası verildi. 60 derece sancağa meyilli teknenin ağır dümeninin elle kumandası Kıç torpito dairesinden güçlükle karşılanıyordu ki 60 derece meyilli gemiyi sahile düz seyrini sağlamak için devamlı dümenin iskelede tutulması gerektiği, sürat den tekne biraz doğrulduğu zaman Kıç Bataryada mahsur kalanlardan telefonda “HAVA VERİN, HAVA VERİN” feryatları nı duyuyordum ki feryatlardan Kıç bataryadaki yaranın durumunu anlamıştım. Yara öyle bir durumdaydı ki 60 derecede, yara aşağıya kaydığından hava alma sahası genişliyordu, tekne tam düzeldiği an yara üst seviyede kalacağından hava alma sahası kalmayacak, hepsi boğulacaklardı ki Batarya imdatlarına yetişti.
    (Şalterini attırdığım kıç Batarya su dolduğundan Batarya kuyusundaki şalter e giren deniz suyu, attırma bobinlerini devre dışı bırakmış ki şalter açılmamış. Oysa Manevra dairesinde şalterin lambası açık gösteriyordu şalterin açılmadığını, yapışık kaldığını sonradan havuzda tespit ettik)

    Devreden çıktığını zannettiğimiz Kıç Batarya, deniz suyu ile tahliye olurken yapışık olduğu, paralel bağlı Baş Bataryayı da göçertmeye başladığından, Batarya voltu 170 Volta düştüğünde Manevra Dairesinde kontaktörler açıldı, tekne manevra dışı kaldı. Hemen köprü üstüne Baş Batarya ile manevra yapılamadığını bildirdim.
    (Şalterini attırdığım kıç batarya gerçekten devreden çıksaydı Baş bataryanın gücü tekneyi rahatlıkla sahile kadar götürmeye fazlası ile yeterdi ve 60 derece yatık tekneyi sahile düz sürmek
    için de dümen vurulduğunda tekne düzelecek ve Kıç Batarya da mahsur kalanlar boğulacaktı)
    Kaza anında Kıç Batarya salonda görevli Levazımcı İbrahim Özsefil Ast Sb.yı salona sızan suların yükselmeye başladığını kaporta lumbuzundan gören, Santralda bulunan telsiz Ast Sb. Sinan Akman kaportayı açıp kendisini Santrala çekmişler ve salona başka kimse geçemediği için kaportayı kapayıp suga etmişler. Çarkçı başının telefonda KIÇ BATARYAAA, KIÇ BATARYAAA diye defalarca feryadını duyan Kıç bataryadan santrala son geçen İbrahim Özsefil Ast Sb. “Ne bağırıyorsunuz Çarkçıbaşım Kıç bataryada cevap verecek kimse yok ki, salona yatakhane kapısından sızan sular yükselmeye başlarken en son ben geldim, panik yapacağınıza tekneyi düzeltmeye bakın” demiş.
    Yaranın olduğu yatakhanede sular yükselmeye başlarken lavaboların bulunduğu yerde tesadüfen bulunan Çetin Şenocak Ast Sb. Baş Dizel’e geçmeyi başarmış, ardından Dizelciler tarafından kapatılıp Daire kaportası suga edilmiş, mahsur kalanların suyun yükseldiği lumbuz camından açın demelerine ve kurtulmak için açmak istediklerinde, Dizelci İbrahim Çetin Ast Sb. kaporta koluna levye takarak Kaporta lumbuzundan feryatları gördüğü halde açılmasını engellemiş, kıç tarafı emniyete alarak batmamızı önlemiştir.
    Baş dairelerde can derdine düşen bazı kimseler, bir ayakkabısı Santralda, öbürü Kulede ve kendisi denizde, yüzerek kurtulmayı düşünürken, Santralda bulunan vardiya personeli, sağlam guruplardan hava vererek tekneyi düzeltme, abrama yerine, panik içerisinde gemiyi terk edenleri görüp can derdine düşünce, korkudan telefon muhaberesi ile “GEMİYİ TERKET” komutası verildi.
    Baş Torpito kaportasından baş tarafta bulunan personel güverteye çıkmış, yaralı dairenin kıç tarafında vardiyada olan bizler, Baş ve Kıç Dizel dairesinden gelen arkadaşlar ile Manevra dairesini sızdırmaz bir vaziyette bırakıp Kıç Torpito dairesine geçtik.
    Dalış hazırlığı kontrolunda, güverteden anahtarla sıkı sıkıya kapatılan güverteye çıkış kaportasını, aşağıdan her kim açmaya teşebbüs ettiyse de kimse açamadı. Dairede mahsur kalmıştık tekne ağır, ağır batıyor mu? haberimiz yok. Kaportayı hala açmak için uğraşanlara, inin aşağıya dedim, çıkıp kaportanın kolunu can havliyle öyle bir çevirdim ki, kol döndü.
    Açarken acaba kaporta su içinde mi? Diye düşünürken hafif araladım, aralıktan gökte
    yıldızları gördüm satıhta olduğumuz için sevindim, fakat kaportanın dörtte biri suyun
    içinde olduğundan daireye su akmaya başladı. Hemen fırladım kaportanın sitine suyun girmemesi için yan yattım. Denizde hafif dalga olduğu için dalgalar beni kaldırdıkça içeri su aktığından ilk çıkanlara ki erlere öncelik verdik daireye su girmemesi için çıkanlara beni bastırmalarını, üzerime oturmalarını söyledim. Üzerime oturmaya çekinen erlere OTURUUUN beni bastırın diye seslendim. Tek, tek herkes çıktıktan sonra kaportayı kapatıp, bir karış suyun altında olan
    Kıç Batarya kaportasının bulunduğu yere geldim.
    Yaralı bölmede su içinde kalan mahsur arkadaşları kurtarmaktan başka bir şey düşünemiyordum, onlar bizim arkadaşlarımızdı. O ara denize atlayanları ve güverte de kalanları bize çarpan Rus gemisi MS FIZIK VAVILOV un motoru gelip topluyordu. Elim ile ters bir işaretle motora gelmeyeceğimi bildirdim.
    60 Derece sancağa yatmış kıç Torpito kaportasının dörtte biri su içindeki teknemizde, Köprü üstünde Komutan, Çarkçıbaşı ve güvertede benimle beraber dört kişi kaldık.
    Karanlık olduğundan çıkarken yanıma el lambasını almıştım, hemen teknenin yarasını kontrol etmeye çalıştım, tekne yara tarafına yatık olduğundan dışarıdan yara görülmüyordu. Yaranın üst hizası, kaportanın alt sitinden yukarıda olduğunu tahmin ettim, aşağıda mahsur kalanları kurtarmak maksadı ile üst kapağı bir karış suyun içinde olan Kıç Batarya güverte kaportasını açtım.
    Elimdeki su sızdırmaz el fenerini yanar vaziyette suyun içine sarkıtarak bıraktım ve tam istediğim yerde giriş alt su bombası kapak sitinde yanar vaziyette oturdu kaldı. Kaportanın açıldığını aşağıdaki mahsur kalan arkadaşlara bildirmem için üç, dört kez kaportayı geriye doğru “güm, güm” çarptım. Kaportanın sesini duyan Komutan ve Çarkçıbaşı dikilip bekledikleri Köprü üstünden feryadı figan!
    “ KAPAAAA, KAPAAA. KIÇ BATARYA İMLA EDEERRR.” (İmla=Su dolması)
    Hemen döndüm, kaportanın alt sitinin yaranın altında olduğunu dolaysı ile
    alt sitin su içinde olduğunu kaportanın açılmasının imla ile bir alakası olmadığını, suya dalıp Güverte kaportasından yukarı çıkacaklar, kurtulacaklar.
    “İnin gelin buraya, Köprü üstünde kimi bekliyorsunuz, aşağıda mahsur kalanlar bizim arkadaşlar değil mi? Nasıl kurtulacaklar?, Kim kurtaracak onları? “ dedim.
    O esnada Çarkçıbaşı kapa dedi diye yanımdaki arkadaş, ben köprü üstüne cevap verirken kaportayı kapatmış. O esnada aşağıdan gelen mahsurlardan bir kişi kafasını kapanan kaportaya çarpmış (Sonradan kim olduğunu öğrendim Ast Sb. Şükrü Köseoğlu) tekrar geri dönmüş.
    Tekrar kaportayı açtım, yine güm, güm geriye doğru vurdum ve aşağıdan arkadaşlarım suya
    dalan kaportadan güverteye çıktıkça hem ağlıyor hem seviniyordum. 13 kişi kurtulmuştu.
    (Bulundukları yer Batarya Dairesi olduğu için, Deniz suyu giren Bataryalardan çıkan Klorin gazı onlara biraz daha yaşama şansı tanımazdı.)

    Hava açılmaya başlamıştı yan yatmış geminin seyir fenerleri kendi kendine bir yanıyordu, bir sönüyordu. Baş Çarkçı Yanıma geldi, “ne bu hal Bataryaları devreden çıkarmadınız mı?” Dedi.
    Kıç Bataryanın otomatik şalterini müsademede attırmıştım, terk ederken Elektrik kontrol tablosu Kubıkalı askıya alıp Baş Bataryanın da Şalterini attırdım bataryalar devrede değil, Dizelciler tenvirat regülatörünün seçici süvicini Kıç Batarya durumunda unutunca, otomatik şalteri yapışan Kıç batarya hem deniz suyu ile tahliye oluyor, hem de tenviratı besliyor, lambalar bir yanıyor bir sönüyordu. Teknede bir batma alameti görmediğim için korkmadan terk edilmiş teknemizin Baş Torpito kaportasından aşağı inip Batarya kuyusunda ana batarya bağlantı linklerini açtım ve kuyudaki Şalterin de atık olduğunu görüp yukarı çıktığımda yine seyir lambaları bir yanıyor bir sönüyordu. Ta ki Kuleden lamba Süviçlerini kapayana kadar.

    Tekneyi sahile oturtturmak için TCG Hızırreis S344 halat uzattı ve çekmeye başladı. Sahile
    yaklaşırken halat kesilecek ve biz o hızla karaya oturacaktık. Tam TCG Hızırreis sahile
    kendi güvenliği kadar yaklaştığında, TCG Hızırreis in kıç tarafında balta ile halat kesilir
    ve TCG Hızırreis güzel bir manevra ile sıyrılır, oysa kesilen gergin halat havada vızıldayarak uçan bir bıçak gibi yelkende patlar. Tabi ki 60 Derece sancağa yatık olan gemimiz ne yazık ki o hızla sahile değil U dönüşü ile geldiğimiz yöne geri döndük.
    Şansımıza hemen yakınımızda tatbikat yapan bir Mayın Arama-Tarama gemisinin Komutanı devreden geçen mesajları dinlemiş hemen geldi yanaştı, TCG Hızırreis in bizi çektiği halatı verdik, Buralarda devamlı tatbikat yaptığını ve bu bölgeyi karış, karış bildiğini ve bizi Doğan Aslan Burnunun olduğu yerde bir topuğun üzerine oturtacağını söyledi ve sahilden hemen, hemen iki yüz metre mesafede çevresi derin olan sığı bir topuğa oturtturdu.

    Topuğa oturan teknemizde artık batma tehlikesi olmadığı için rahatlıkla Santrala inilip sarnıçlara rahatlıkla hava verilerek teknemizi yüzdürebilirdik. Ne yazık ki Santralcı hiç kimse yoktu. Hava vermesini bilen olsaydı zaten teknemiz buraya kadar gelmez, müsademe anında hava verilip düzeltilirdi. Köprü üstünde Komutan, Baş Çarkçı, güvertede Bahadır Cankul Ütğm. ve ben dört kişi, Rus gemisinin motoru ile gemilere dağıtılmış bir kısım personelimizi bekleyerek, teknemizi hava vererek kurtaracak Santralcı personel olmadığı için kaderine terk ettik.
    Personelin çoğu ve erler Gölcüğe döndü.

    Gün 1:
    Öğleye doğru TCG BAŞARAN ve TCG KURTARAN geldiler TCG Başaran Alargada
    Demirledi, TCG Kurtaran demir atıp kıçtan çok yakın mesafede mevkiini aldı.
    Nağra da 4 Nisan 1953 de batan Dumlupınardan kurtulan Denizaltı Filo komutanı Amiral Hasan Yumuk bir Hucumbot ile gemiye geldi kıç tarafı yarı beline kadar suya gömülü, topuk üzerinde yan yatmış geminin üzerinde çömelip,“Allahım bana bunu da mı gösterdin bu benim kaderim mi.” Dediğinde gözlerimiz dolmuştu.

    Gün 2:
    Gölcük den bilirkişi heyeti geldi.
    Kurtarma komutanlığı kurtarma operasyonuna yarayı branda ile kapamaya çalışıp çok güçlü Pompa ile Kıç Bataryadan su çektirme yöntemi denendi. Netice yok. Santral şefi Ast Sb. Zeki Dönmez izinde olduğundan durumu öğrenince acele gemiye geldi kazadan kurtulan üç kişi de Gölcüğe gitmeyip bize katıldı.
    Gün 3:
    Kurtarma komutanlığı bütün gün boyunca Kıç Bataryanın tahliyesi ile uğraştı. Biz gemi
    personeli 5 Subay ve 11 Ast Subay gündüz kurtarma ameliyesini izliyor geceleri
    TCG Başaran gemisinde bir bölmede, kılıfsız, yastıksız boş ranzalarda üzerimizdeki işbaşı elbiseleri ile tulumbacı gibi yatıp kalkıyorduk.
    Gün 4:
    Gölcük den gelen Bilirkişi heyetinden Alb. Kamuran Onuralp teknenin her geçen gün
    göçmesi neticesi kıç taraftaki daireleri su sızıntılarından önleme nedeni ile Baş Dizel dairesi
    Dalgıç havası iştiraklerinden daireye hava verdirmek istedi. Dalgıç iştirak valfları elle açılmadı, anahtar ile de açılamayınca, Kurtarma ekibinin komutanı Albay bizlere dönerek hepiniz öldünüz dedi. Açık havada ve meydanda bu valf elle açılamıyorsa siz battığınızda size hava bağlantısını yapacak olan dalgıç özel elbiseleri içinde nasıl açacak, onun için öldünüz dedi. Cevap verdim Albayım bu valfları açmak, çevirmek kesinlikle Denizaltıcı personel için yasak. Bu valflar Kurtarma komutanlığının sorumluluğunda kontrol edilmelerinin daha uygun olduğunu, sizler tarafından kontrol edilmeleri daha uygun olacağını söyledim.
    Zorla anahtar ile açılan Dalgıç iştirak valfından hava veren bilirkişi amiri Kamuran albay’ı, Santral dairesi şefi Zeki Dönmez Ast Sb. kendisini ikaz etmişti. Buradan hava vermeyin, Eksoz Ayak valfının emniyet kilidi takılı değildir basınçlı hava Eksoz Ayak Valfını açar, daireyi imla edersiniz, su dolar.
    Cevap: “sen karışma”
    Netice: Foşşş diye bir ses ve Baş dizel dairesi ağzına kadar su doldu.

    Gün 5:
    Tekne iyice ağırlaştı, Güvertede Kıç dizel Üst kaportası bir karış kadar suyun altında kaldı kıç taraf kayboldu. Kurtarma komutanlığı ve bilirkişi heyetinin yarayı aynı başarısız yöntem ile uğraşarak günü geçirdiler.
    Biz gemi personeli Yelken kenarında ameliyeleri izlettiriliyoruz, müdahale edemiyoruz, yapılan yanlışlıklara kahrediyoruz.
    Gün 6:
    Kurtarma ameliyesinin altıncı gününde Geminin durumu: Baş üstü 1 mt kadar suyun
    Üzerinde Vasat yelken su seviyesinde ve kıç üstü Torpito Kaportası 1 mt. suyun altında, Santral Dairesi kule kaportasına kadar su dolmuş, Baş Dizel tam imlalı durumda.
    Baştan beri kurtarma ameliyelerini izleyen filo Komutanı Amiral Hasan Yumuk, Kurtarma Komutanlığının ve Gölcük den gelen çok bilen Bilirkişi heyetinin neticesiz ameliyelerinden sonra ümidini yitirerek saat 16:00 civarında herkesi Kurtaran Gemisinin kıç tarafında toplantıya aldı.

    “Arkadaşlar yapılan kurtarma ameliyesi neticesiz burada sona erdi. Kurtarma Komutanlığının çalışmalarının neticesini alamadık. İlerde Deniz Kuvvetlerimiz bu gemiyi buradan çıkarmaya muktedirdir. Şimdi herkes Başaran gemisine geçsin Gölcüğe avdet ediyoruz.”(Dönüyoruz)

    Filo komutanı Amiralimizin böyle bir emri ile dünyam başıma yıkılmıştı. Şok olmuştum. Biz gemi personelini kaale almadan, yapılan hatalı ameliyelerden bizlerin ikazlarını dinlemeyen Gölcük den gelen çok bilirkişi heyeti, siz karışmayın diye, biz gemi personelini devre dışı bırakmanın neticesinde hiç kimsede ses yoktu. Nedenini anlayamadım neden herkes sessizdi. Sessizliği ben bozdum.

    “Sayın Komutanım. Kurtarma komutanlığı kurtarma ameliyesini kendi sorumluluğu altında imkanları ile yapabileceğini yaptı. Oysa biz gemi personeli olarak bize hiç bir müdahale yetkisi verilmedi, bize hiç bir şey danışılmadı, bu gemi şilep değil, yolcu gemisi değil, her tarafı sarnıç dolu Denizaltı gemisidir, tanklara hava basıldığında su kabağı gibi yüzer. Kurtarma komutanlığı Denizaltı’nın iç donanımlarını bizim kadar bilemez. Kurtaranın yardımı ile müsaade ederseniz bizler bu tekneyi yüzdürürüz, bana yardımcı olacak arkadaşlarım var bu tekneyi yüzdürüp Gölcüğe getirebiliriz. Ne olur bu tekneyi burada bırakmayalım.”

    Filo komutanı beklenmeyen bu açıklamamdan sonra gözleri ile beni bir süzdü ve gözlerinin
    İçinin parıldadığını gördüm. sanki böyle bir moral verene ihtiyacı varmış gibi.
    “Nasıl olacak” Dedi.
    Hemen Ast sb Erhan Arı, Ast Sb. Zeki Dönmez ve Ast Sb Faruk Türkoğlu na dönerek varmısınız benimle gemiye girelim tertibat alıp tekneyi yüzdürelim. Biz denizaltıcıyız, denizaltı gemisini
    ancak biz yüzdürürüz dedim. Arkadaşlarım teklifimi çoşku ile kabul ettiler.
    TCG Başaran gemisi Baş Çarkçısı Metin Ergünalp’e 1 mt. Suyun altında olan kıç torpito Kaportasından girebilmemiz için Kaporta sitine oturacak 1,5 mt. boyunda silindir saç “Koferdam” yaptırmasını rica ettim. Sağ olsun Metin Ergünalp Albay kıç taraf su içinde olduğundan kaportanın ölçüsünü aynı olduğu için baş üstü çan oturma kaportasından ölçü alarak akşam saat 22:00 civarında Açıkta demirli TCG Başaran Dz.Altı Onarım gemisinde Koferdam’ı hazırlatıp getirdi.

    TCG KURTARAN gemisi dalgıç ekibi Koferdam’ı kıç torpito kaportasının kurtarma çanı sitine monte ettikten sonra Koferdam ın suyu Kıç Torpito dan içeri girebilmemiz için Kurtaran dalgıç ekibi tarafından kova ile boşaltıldı, tekne yatık olduğu için Kurtarma komutanlığına bağlı iki Çıkartma gemisinden biri yelkeni itiyor diğeri aksi taraftan çekerek teknenin düz durmasını sağlıyordu.
    Anlaşmaya göre biz ekip aşağı inip gerekli işlemler yaptıktan sonra işimiz bittiğinde
    Çekiç darbesi ile yukarı çıkacağımızı haber verecek, yukarda Koferdam başında bulunan Dalgıç
    ekibi Koferdam ın suyunu boşalttıktan sonra yukarı çıkacaktık.

    7 Eylül 1976 Saat 01:00 Ast Sb Sait Küçük, Ast.Sb Erhan Arı, Ast Sb. Faruk Türkoğlu lastik botla yanaşarak Kıç torpito kaportasına bağlanan koferdam dan içeri daldık. Ütgm. Bahadır Cankul botta bizim dönüşümüzü bekledi.
    Karanlık ortamda el fenerleri ile girdiğimiz Kıç Torpito dairesi nete idi. Manevra dairesine geçtiğimizde Suyun Ana Motorların üzerinde ve bastığımız platforma değmek üzere olduğunu gördükten sonra, Kıç Dizel kaporta Lumbuzundan Kıç Dizel dairesini fener ile taradıktan sonra, Kaportayı açtığımızda su seviyesi Kaportanın alt siti hizasında ve hafifçe Manevra Dairesine akıntı halindeydi. Baş Dizel tamamı su ile dolu olduğundan, kaportasını açmadık.
    (Daha önceleri şaft salmastırası değiştirirken Şafttan su gelmemesi için daireyi basınç altına
    alırdım, aynı zamanda dairedeki basınçlı hava ile sintine tahliyesi yapardım. Bu yöntem ile
    devrede hava olmadığından dairelerdeki Oksijen hava tüplerini kullanarak daireyi basınç altına alıp Manevra Dairesi ve Kıç Dizeli tahliye edip geminin kıç tarafını su yüzeyine çıkarmayı düşünüyordum.)
    Dizel Şefi Erhan Arı ile beraber Kıç Dizel de göbek hizasına kadar gelen su seviyesinde dolaşarak Eksoz Ayak valfının basınçtan açmaması için karanlık ortamda benim tuttuğum fener ışığı altında emniyet kilidini taktı. Ve kendisine “açabildiğin kadar Motorin sarnıcı alt kapağı (klepesi) aç” dedim.
    Gerekli tertibatları alarak çekiç darbesi işaret ile Koferdam dan yukarı çıktık.
    Filo Komutanı na, Koferdam yolu ile kıç daireler Dalgıç tulumbaları (Submarsible Pump) ile tahliye yapılırsa, aynı zamanda su dolan Santral Dalgıç tulumbaları ile tahliye edilip, sağlam hava guruplarından sarnıçlara hava verildiğinde teknenin yüzeceğini anlattım.
    TCG Başaran dan gelen (Submarsible Pump) Dalgıç Tulumbaları ile önce Kule kaportasına kadar Su dolmuş olan Santral Dairesinin Kule yoluyla tahliyesine başlandı, Santral şefi Zeki Dönmez Santralın su tahliyesinden sonra sağlam gurup hava guruplarından sarnıçlara hava verdi ve Kıç Torpedo Dairesinden Koferdam yolu ile Manevra dairesi, Kıç Dizel Dalgıç tulumbaları ile tahliye edildikten sonra, Geminin Kıç Üstü su seviyesinin üzerine çıktığında Kıç Dizel Güverte Kaportası yolu ile aşağı inildi, tam su dolu Baş dizel, kaportası aralanarak suyu Kıç Dizel Dairesine aktarılıp,Dalgıç tulumbaları ile tahliye edildi. Tekne Kıç Batarya yarası açık olduğu halde Kabak gibi su yüzeyinde yüzüyordu.
    Bu yaptığımız bu yüzdürme ameliyesini geminin müsademe anında teknenin batmasından korkarak gemiyi terk et komutası verilmesi yerine, sağlam hava guruplarından sarnıçlara hava verilse idi yara alan Kıç bataryada mahsur kalan personel boğazlarına kadar suda değil, belleri hizasında olan sudan rahatlıkla kendileri Güverte kaportasını açarak güverte kaportasından çıkacaklardı, sağlam Baş Batarya ve Makinelerimiz ile Gölcüğe avdet edecektik.

    Gemimiz yüzdürüldükten sonra TCG Kurtaran Yedeğine alarak Gölcük’e doğru hareket ettiğimizde makineci arkadaşlarımız ile geminin üzerinde saat başı kıç kaportadan girip sintine ve sızıntı kontrolleri yapa, yapa Gölcük Denizaltı Filosu İskelesine hüzünlü ve kimseye bir şey olmadığı için de sevinçli bir karşılama ile yanaştık.

    Sait Küçük E. Elk.Ast Sb.Kd.Bş.Çvş. Elektrik Branş Şefi

  • ırmak arı dedi ki:

    merhaba, erhan arı benim dedem oluyor kendisiyle hiç tanışamadım maalesef. okuduklarım beni çok duygulandırdı çok güzel yazmışsınız

Bir Cevap Yazın