PADİŞAHIN İKİ KÖLEYİ SINAMASI
Bir padişah ucuza iki köle satın aldı. Onlardan birisiyle bir iki söz konuştu. Köleyi anlayışlı, zeki ve tatlı sözlü buldu. Zaten şeker gibi dudaktan ancak şeker şerbeti zuhur eder. Âdemoğlu, dilinin altında gizlidir. Padişah o köleciği zeki görünce öbürüne “beri gel” Diye emretti. Buradaki sevgiye ve acımaya delalet eden “ceğiz” eki küçültme, horlama için değildir. Nitekim ana oğula “yavrucuğum” derse bu horlama sayılmaz. İkinci köle padişahın huzuruna geldi. Ağzı kokuyordu, dişleri de kapkaraydı. Padişah, onun sözünden pek hoşlanmadı ama nesi var, nesi yok diye sırlarını aramaya koyuldu. “ Bu şekilde, bu pis kokulu ağzınla biraz ötede otur fakat o kadar da ileri gitme.”
Çünkü seninle uzaktan konuşmak gerek. Benimle düşüp kalkamazsın, benimle bir yerde oturamazsın. Biraz ötede dur da senin o ağzını bir tedavi edelim.
O zeki köleyi de “ Haydi git yıkanıp arın” diye hamama yolladı. Huzurundaki köleye “Aferin sen akıllı bir adamsın, Hakikatte yüz köleye değersin, bir değil. Kapı yoldaşın, hakkında kötü şeyler söyledi fakat sen hiç de öyle değilsin. O hasetçi herif, az kalsın bizi senden soğutuyordu. Senin hakkında, hırsızdır, doğru adam değildir, münasebetsiz hareketlerde bulunur, ahlaksızdır, lanettir, şöyledir, böyledir demişti.” Dedi.
Köle dedi ki: “ O daima doğru söyler. Onun gibi doğru sözlü adam görmedim. Doğru söyleme yaradılışında vardır. Ne dese, aslı yok diyemem. O iyi düşünceli adamı ben kötü bilmem, kusuru üstüme alırım doğrusu. Padişahım, olabilir ki o bende bazı ayıplar görmüştür de ben onları kendimde görememişimdir. Herkes önce kendi kusurunu görseydi halini ıslah etmekten gaflet eder miydi? Halk kendisisinden gafildir. Onun için birbirlerinin kusurlarını görürler.
Padişah “Şimdi o senin ayıplarını söylediği gibi sen de onun ayıplarını söyle ki benim dostum olduğunu, memleketimde emin bir vekilim bulunduğunu ve beni sevdiğini bileyim” dedi.
Köle; “Padişahım, o benim iyi bir kapı yoldaşımsa da kusurlarını söyleyeyim:
Kusuru. Sevgi, vefa, insanlık, doğruluk, zekâ ve dostluktur. En ehemmiyetsiz kusuru cömertlik, düşkünlere yardım etmektir ama nasıl cömertlik? Arkadaşımın bir kusuru da kendisini görmemesidir. O, kendisinde kusur arar durur. Kendi ayıbını söyler, kendi ayıbını arar. Herkesi iyi bilir, herkesle dosttur da kendisiyle dost değildir.” Padişah “ Arkadaşını övmede ileri gitme. Onu överken kendini övmeye kalkışma çünkü onu imtihana çekersem ilerde utanırsın” dedi. And olsun o Allah’a ki kapı yoldaşım ve dostum, bu benim sözlerimden yüz kat daha üstündür. Arkadaşımın evsafından bildiklerimi söyledim fakat ey kerem sahibi inanmıyorsun; ne diyeyim? Padişah dedi ki : “ Şimdi artık kendi halinden bahset. Ne vakte dek şunun, bunun halini anlatacaksın? Söyle bakalım, senin neyin var, ne elde ettin, deniz dibinden ne inciler getirdin? Deyince, köle de başından geçen olayları anlattı, kendisiyle ilgili bilgiler verdi.
Öbür köle hamamdan gelince padişah, onu da huzuruna çağırdı. “Sıhhatler olsun, daimi afiyetler olsun. Ne de latif, ne de zarif, ne de güzelsin. Yazık, öbür kölenin söyleyip durduğu kötü huyların da olmasa ne olurdu?
O zaman yüzünü gören neşeye dalardı. Seni görmek, cihana malik olmaya değerdi” dedi. Köle dedi ki: “ Padişahım, o dinsizin hakkımda söylediklerini bir parçacık anlat!”
Padişah “ Önce, ikiyüzlülüğünü anlattı. Ona göre sen görünüşte bir deva fakat haki katta bir dertmişsin” Dedi
Köle, dostunun kötülüğünü bu suretle padişahtan duyunca derhal, kızgınlık denizi köpürdü. Ağzı köpüklendi, yüzü kızardı, onun aleyhinde bulunma dalgasına düştü, bu dalgalar, hadden aştı. Dedi ki : “ O evvelce benimle dosttu. Kıtlıkta kalmış köpek gibi hayli pislik yemişti.” Çan gibi durmadan onun aleyhinde bulunmaya başlayınca padişah, elini ağzına götürüp “ kâfi” dedi. “ Bu sımamayla onu da anladım, seni de.
Senin canın kokmuş onun ağzı. Ey kokuşuk canlı, uzak otur. O amir olsun, sen onun memuru ol!”.
HELVA SATAN ÇOCUK ZÜNNUN’NUN DOSTLUK SINAVI