Kişisel Web Sitesi

KİBİR

Neşeli ve şaraba düşkün bir bey vardı. Her mahmurun, her çaresiz kişinin sığındığı bir zattı. Esirgeyici, yoksulları korur, altınlar, inciler bağışlayıcı, deryadil bir adamdı.

Erlerin padişahı, inanmış adamların beyi, yol bilir, sırdan anlar, dostlarını görür gözetir bir zattı. İsa’nın zamanı, Mesih’in devri idi. Halkın gönlünü alan, kimseyi incitmemeye gayret eden o güzel beye, bir gece ansızın konuk geldi. O konuk da onun gibi hoş ve iyi bir beydi. Neşelensinler diye şarap içmek istediler. O zaman şarap helaldi. Şarapları azdı dedi ki: Köle, yürü, testiyi doldur, bize şarap getir.

Filan keşişte halis şarap var. Ondan al da canımız, ileri gelenlerin derdinden de halas olsun, halkın derdinden de. O keşişin şarabının bir katresi, binlerce testi, binlerce küp şarabın yaptığını yapar. O şarapta gizli bir maya var, nitekim bazı erler vardır ki aba altında sultandır onlar. Sen paramparça hırkaya bak. Anlaşılmasın diye altının da yüzünü karartırlar.

Lal görünüşte buğulu görünür ama kötü göz, onu beğenmesin diyedir bu. Hazine ve mücevherat, ev içinde olur mu hiç? Hazineler daima yıkık yerlerdedir. Âdem’in hazinesi de yıkık yere gömülmüştü de bu yüzden o melun Şeytanın gözü onu görmedi.

O, toprağa hor baktı. Fakat can, ona bu toprak, sana bir set olmuştur deme de idi.

Köle iki testi alıp yola düştü. Derhal keşişlerin manastırına vardı. Altını verip o altın gibi şarabı aldı. Taşı verip karşılığında cevheri satın aldı. O şarap ki padişahların başına sıçrar da sakinin başına altın taç koyarlar.

O şarap ki fitneler, kargaşalılar çıkarır, kullarla padişahları birbirine katar. O şarabı ki kemikleri eritir de tamamı ile can yapar, o zaman tahtayla taht bir olur. Ayıkken kulla padişah suyla yağ gibidir ama sarhoşluk vaktinde tendeki cana dönerler. Heriseye benzerler, artık farkları kalmaz. Fakat bu makama varıp gark olmayan bunu fark edemez.

İşte o köle o çeşit şarap almış, o adı sanı güzel beyin köşküne gitmekteydi. Yolda gamlar görmüş beyni kuru, belalara bürünmüş bir zahit, önüne çıkıverdi. Zahidin bedeni gönül ateşleriyle yanmış, evini Allah’tan başka her şeyden silip süpürmüştü.

Nice çaresiz mihnetlere uğramış, binlerce dağlar üstüne dağlar yakmıştı. Her an gönlü, savaşlara düşmüş, gece gündüz riyazetlere sarılmıştı. Yıllarca aylarca kanlara batmış, topraklara bulanmıştı. Gece yarısı o köleyi görünce, dedi ki: Testilerdeki nedir? Köle, şarap dedi. Zahit, kimin, kime götürüyorsun? Diye sordu. Köle, o ulu beyin dedi. Zahit dedi ki: Allah’ı dileyen kişinin ameli böyle mi olur? Hem Allah’ı istiyor, hem de içip eğleniyor ha! Şeytan şarabı sonra da yarım akıl öyle mi? Senin aklın şarapsız böyle dağınık. Aklına akıllar katmak gerek. Ya sarhoş olunca aklın ne hale gelir ey bir kuş gibi sarhoşluk tuzağına tutulmuş adam?

Zahit, gayrete gelip testiye bir taş attı, kırdı. Köle de testiyi elinden atıp zahitten kaçtı.

Beyin yanına gidince bey, şarap nerede? Dedi. Köle bir ,bir macerayı anlattı.

Bey, ateşe döndü, hemen yerinden doğruldu, bana o zahidin evi nerede? Göster dedi.

Göster de şu ağır gürzle kafasını ezeyim. O kahpe oğlunun akılsız kellesini kırayım. O, köpekliğinden doğru yolu göstermeyi ne bilir? O, ancak şöhret aşığı. Bu yobazlık, bu riya ile kendisine bir mevki yapmak, bir şey bahane ederek kendini göstermek istiyor.

Onun şuna buna riya yapmaktan başka hiçbir hüneri yok. Deliyse, fitne çıkarmak istiyorsa delinin ilacı, öküz aletinden yapılma kamçıdır.

Vurmalı kerataya da kafasındaki Şeytan çıksın. Eşekçiler, nodullamadıkça eşek gider mi hiç? Bey, eline bir topuz alıp sokağa çıktı. Gece yarısı yarı sarhoş bir halde geldi, zahidin evine girdi. Kızgınlıkla zahidi öldürmek niyetindeydi. Zahit, evde bulunan yünlerin altına girip gizlendi. Zahit, beyin sözlerini yün bükenlerin yünleri altına gizlenmiş, işitiyordu.

Ey ulular, aşılara acıyın. Onların şanı, helak olduktan sonra bile helak olmaya hazır bulunmaktadır. Beyim onun kabalığını affet onun derdine bedbahtlığına bak. Onu affet de Allah da seni affetsin, suçlarını yargılasın.

Sen de gafletle az testiler kırmamışsındır. Sen de affa ümit bağlamışsındır. Affet de ahirette sen de af edilesin. Kader, ceza vermede kılı kırk yarar. Bey dedi ki: O kim oluyor ki bizim testimize taş atıp kırıyor? Benim civarımdan erkek aslan bile yüzlerce çekingenlikle korka, korka geçmede. Neden kulumuzun gönlünü incitti, bizi konuğumuzun yanında utandırdı?

Onun kanından daha değerli olan şarabı döktü de kadınlar gibi bizden kaçıp da gizlendi. Fakat tut ki bir kuş gibi uçsun, benim elimden nerede canını kurtaracak?

Kahır okumla kanadını kırar, onun arda kalası kanadını koparırım. Benden kaçıp da bir katı taşın içine girse, gizlense yine onu tutar, o taşın içinden çıkarırım. Ona bir kılıç çalayım da bütün kaltabanlara ibret olsun.

Herkese yobazlık satsın, bu yetmiyormuş gibi bir de bize satmaya kalkışsın ha! Onun da cezasını şimdicik vereceğim, onun gibi yüz tanesinin de. Öyle kızmış, öyle kan dökücülüğü tutmuş ki ağzından ateş püskürüyor.

O şefaatçiler, onun o hay hayına karşı birçok defalar elini, ayağını öpüp, dediler ki: A beyim, sana kin gütmek yaraşmaz. Şarap dökülüp gitti ise ne çıkar? Sen, şarapsız da hoşsun. Şarap, neşe sermayesini senden alır. Suyun letafeti senin letafetine imrenir.

Bir Cevap Yazın