Kişisel Web Sitesi

İNANANIN KÂFİRDEN FARKI

Kâfirler, Peygambere konuk oldular. Akşam vakti mescide geldiler. Ey bütün dünyadakileri yurdunda konaklayan, ey padişah, biz sana konuk geldik. Azığımız yok uzaktan gelmişiz. Hemencecik başımıza rahmet ve nur saç dediler. Peygamber, sahabeye, dostlarım, dedi. Bunları paylaşın. Çünkü siz benimle benim huyumla dolusunuz. Her askerin bedeni padişahla doludur. Padişahın mevki ve rütbesine düşman olanlara bu yüzden kılıç vururlar. Sen padişah kızgınlığı ile kılıç sallarsın, yoksa kardeşlere niye kızasın ki?

Bir kardeşe, padişahın kızgınlığının aksiyle suçsuz olarak on batmanlık gürzü vuruyorsun. Padişah bir candır ama ordu onunla doludur. Ruh su gibidir, bu bedenler ırmağa benzerler. Padişahın can suyu tatlıysa bütün ırmaklar tatlı suyla dolar. Çünkü halk, padişahlarının dinindedir, o “abese” suresinin padişahı böyle buyurmuştur.

Her dost bir konuk seçti, konukların arasında pek iri ve misli görülmemiş biri vardı.

Öyle iriydi ki kimse onu götürmeye cesaret edemedi. Kadehteki posa ve tortu gibi o da mescit de kala kaldı.

O herkesten arda kalınca Mustafa, alıp götürdü. Sürüde yedi tane süt verir keçi vardı.

Keçiler yemek zamanı, sağılmak üzere eve gelmişlerdi. O kıtlık babası Oğuz oğlu Uc, ekmeği de yedi, yemeği de. O yedi keçinin sütünü de sildi süpürdü. Ev halkı, hep o keçilerin sütünü umuyordu. Bu yüzden hepsi de kızdılar.

O bedavacı herif, midesini davula çevirdi, yalnız başına on sekiz adamın yiyeceğini yedi bitirdi. Yatacağı zaman odaya girdi. Halayıkta kızgınlıkla kapıyı kapadı. Dışarıdan zincirini sürdü, bağladı. Ona pek kızmış ondan pek dertlenmişti. Kâfirin gece yarısı yahut sabah vakti aptesi geldi, karnı guruldamaya başladı. Yatağından kalkıp kapıya koştu, elini atınca kapıyı kapalı buldu. O hileci herif kapıyı açmak için türlü türlü hilelere başvurduysa da kapıyı açamadı. İyice sıkıştı oda dardı. Şaşırıp kaldı, ne bir derman bulabildi ne bir hile. Nihayet bir hileye başvurdu, uyumaya bu buruntuyu geçiştirmeye savaştı. Uyudu da. Rüyada kendisini bir viranede gördü. Hatırında virane vardı ondan dolayı da virane gördü. Kendisini tenha bir viranede görünce aptes bozmaya zaten ihtiyacı vardı, hemen işini beceriverdi. Uyanınca bir de baktı ki yatak pislik içinde. Derdinden deliye döndü.

Bu çeşit rezillik toprakla bile örtülemez diye içinden yüzlerce defa coştu, köpürdü.

Uykum uyanıklığımdan beter. Burada yiyor orada pisliyorum dedi. Kâfir, mezarın dibinde nasıl bağırırsa o da öylece keşke geberseydim demeye koyuldu. Bu gece bir geçse de kapının açılmasını duysam diye beklemeye başladı. Ok yayadan fırlar gibi kimsecikler görmeden kaçmayı kurmaktaydı. Hikâye uzundur kısa kesiyorum. Nihayet kapı açıldı, o da dertten gamdan kurtuldu.

Mustafa sabahleyin gelip kapıyı açtı. Sabah o yolunu sapıtmış kişiye yol gösterdi.

Mustafa, o belalara uğrayan utanmasın diye gizlendi. Kapıyı açanı görmesinde serbestçe dışarı çıksın diyordu. Ya bir şeyin ardında gizlendi yahut da Allah eteği Mustafa’yı ondan gizledi.

Mustafa onun geceki halini görüyordu. Fakat Allah fermanı, ona hatasını bildirmeden bir yol açmasına, o kötülükle bir kuyuya düşmesine mani olmaktaydı. Allah hikmeti ve gökten inen emir, onun kendisini o halde görmesini istemekteydi.

Nice düşmanlıklar vardır ki yapılmaya döner. Bir herzevekil, o pis yatağı, inadına Peygamberin yanına getirdi. Ve gör hele, konuğun bu işi işlemiş dedi. Âlemlere rahmet olan Mustafa, bir güldü. Getir o ibriği dedi, hepsini kendi elimle yıkayayım dedi.

Herkes Allah hakki için yapma, canımız da sana kurban olsun, tenimizde. Sen bırak bu pisliği biz yıkayalım. Bu iş, el işidir, gönül işi değil.

Ey hakkında “Le amruka-ömrün için” diye Allah’ın and içtiği zat, Allah sana ömür dedi. Seni halife yaptı, kürsüye oturttu. Biz sana hizmet için yaşıyoruz, sen hizmet etmeye kalkışırsan biz ne oluruz? Dedi.

Peygamber dedi ki: “Ben de biliyorum, fakat şimdi bunu ben yıkayacağım. Bunu bizzat yıkamamda bir himmet var.”

Bu söz Peygamber sözü diye hepsi sustular, bu sır nedir, hele bir çıksın diye beklemeye koyuldular. Peygamber o pisliği, bilhassa Allah buyruğu ile adamakıllı yıkamakta idi, riya ile değil çünkü gönlü bunu sen yıka bunda kat kat hikmetler var diyordu.

O kâfirciğin bir armağan heykeli vardı. Onu kaybolmuş görünce kararı kalmadı. Dedi ki gece kaldığım odadadır haberim olmadan orada bıraktım.

Utanıyordu ama hırsı da onu, o yana çekiyordu. Hırs ejderhadır küçücük bir şey değil. Heykelin ardına düşüp koşa koşa geldi, onu Mustafa’nın odasında gördü.

Gördü ama Allah eli bizzat o pisliği yıkamaktaydı, kötü gözler ondan ırak olsun; kâfir bunu da gördü. Gördü de heykeli hatırından çıktı. Onda bir coşkunluktur baş gösterdi, yakasını yırttı.

İki elini yüzüne, başına vuruyor, kafasını duvara kapıya çarpıyordu. Bir halde ki burnundan, başından kanlar revan olmaya başladı. O ulu Peygamber, ona acıdı.

Naralar atıyordu. Halk başına toplanınca, Ey halk sakının diyordu. Ey akılsız kafa diye başına vuruyor, ey nursuz göğüs diye göğsünü dövüyordu.

Ey yeryüzünün küllü, senden şu aşağılık cüz-ü, utanmaktadır diye secde ediyordu.

Halden artık titreyip çarpınınca Mustafa onu kucakladı. Yatıştırdı pek iltifat etti, gözlerini açtı, ona kendini tanıttı.

Arap o padişahın lütfuna şaşırıp kaldı. Deli oluyordu aklı kaçayazdı. Mustafa’nın akıl eli onu geri çekti. Bu yana gel dedi, bir kişi ağır bir uykudan nasıl uyanırsa uyandı. O tarafa geldi. Mustafa bu yana gel, bu işi yapma, kendine gel. Bu yanda sana bir çok işler var dedi.

Mustafa, ona iman etmesini söyledi, o da kabul etti. O kutlu şahadet bağlanmış düğümleri çözdü. İmana geldi. Mustafa ona dedi ki: Bu gece de bizim konuğumuz ol. Adam vallahi dedi, ebedi olarak senin konuğunum. Nerede olursam olayım, nereye gidersem gideyim sana misafirim. Beni dirilttin, senin azatlın, senin kapıcınım. Bu âlemde senin sofranın başında, o âlem de. Bu seçilmiş sofradan başka bir sofra seçen kişinin boğazını, nihayet kemik yırtar deler. Kim senin sofrandan başka bir sofraya giderse bil ki Şeytan, onunla bir kâseden yemek yer. Kim senin komşuluğundan kaçarsa şüphe yok ki Şeytan, ona komşu olur.

Kim sensiz uzak bir yola giderse Şeytan onula yoldaş olur, onunla bir sofraya oturur.

Konuk dedi ki: “Ey Allah elçisi, bulutsuz bir güneş gibi peygamberliği sen tamamladın, apaydın bir hale koydun. Senin bu yaptığını iki yüz ana yapamaz. İsa bile bunu Azer’e yapmadı. Senin yüzünden canım hemencecik ecelden kurtuldu. Azer de dirildi ama o anda yine öldü.

Arap o gece Peygambere konuk oldu, bir keçiden sağılan sütün yarısını ancak yiyebildi, ağzını silip çekildi. Peygamber süt iç, yufka ekmeği ye diye ısrar ettiyse de Vallahi dedi, riyasız doydum. Bu ne tekellüf, ne sıkılma, ne de hile. Dün geceden daha ziyade doydum.

Bütün ev halkı şaştılar. Bu kandil, şu bir kara zeytinyağı ile nasıl doldu diye hayretlere düştüler. Bir ebabil kuşunun gıdası, böyle bir fili nasıl doyurdu dediler.

Kadın, erkek, o fil bedenli, bir sineğin yiyeceğini yiyor diye fısıldaşmaya başladılar.

Kâfirliğin hırs ve vehmi baş aşağı düştü, ejderha bir karıncanın gıdası ile doydu.

Kâfirliğin aç gözlülüğü ondan gitti, iman gıdası onu semirtti geliştirdi. Öküz açlığı illetine tutunan adam, Meryem gibi cennet meyvesini gördü. Cennet meyvesi, bedenine koştu, ulaştı. Cehennem gibi olan midesi, yatıştı rahatladı. Ey imandan yalnız bir lafa kanan, ununla kanaat eden kişi, zaten iman yüce bir nimettir, büyük bir gıdadır.

 

Bir Cevap Yazın