Notice: Function _load_textdomain_just_in_time was called incorrectly. Translation loading for the gotmls domain was triggered too early. This is usually an indicator for some code in the plugin or theme running too early. Translations should be loaded at the init action or later. Please see Debugging in WordPress for more information. (This message was added in version 6.7.0.) in /var/www/vhosts/niyazikaptan.com.tr/public_html/wp-includes/functions.php on line 6114

Notice: Function _load_textdomain_just_in_time was called incorrectly. Translation loading for the wp-pagenavi domain was triggered too early. This is usually an indicator for some code in the plugin or theme running too early. Translations should be loaded at the init action or later. Please see Debugging in WordPress for more information. (This message was added in version 6.7.0.) in /var/www/vhosts/niyazikaptan.com.tr/public_html/wp-includes/functions.php on line 6114
DEFİNE ARAYAN YOKSUL | Niyazi KAPTAN

Kişisel Web Sitesi

DEFİNE ARAYAN YOKSUL

Bir gece rüyasında gördü. Ne rüyası, rüya nerede? Doğru özlü sofi, uyumadan rüya görür. Hatif ona dedi ki: Ey birçok yorgunluklar görmüş er, kâğıtçılarda bir kâğıt ara. Komşun olan kâğıtçıda gizlidir o. Kâğıtlarını ele al. Onların arasında şu şekilde, şu renkte bir kâğıt var. Onu gizle bir yerde oku. Oğul, onu kâğıtçıdan çaldın mı kalabalıktan, iyi kötü adamlardan bir kenara çekil. Yalnızca oku. Okurken kimseyi yanında bulundurma. İş yayılır, ortaya düşerse bile dertlenme. O defineden senden başka hiç kimsecik, bir arpa bile alamaz. Elde etmen uzarsa sakın ümitsizlenme her an ” Allah’tan ümit kesmeyin” ayetini vird edin. O muştucu, bunu söyleyip elini, adamın göğsüne koydu, hadi dedi, yürü, zahmet çek!

O genç dalgınlık âleminden kendine gelince ferahından adeta dünyaya sığmıyordu.
Allah’ın koruması ve lütfu olmasaydı sevincinden çatlayacaktı doğrusu. Öyle bir sevinmişti ki. Kulağı, altı yüz perdenin ardından Allah sesini duymuştu. İşitme duygusu, perdeleri aşmış, başını yüceltmiş, feleği geçmişti. Duyguları, perdeyi aştı mı artık birbiri ardına ve boyuna görür, duyar.

Adam, kâğıtçı dükkânına geldi. Meşk kâğıtlarına el attı. O yazılı kâğıt çabucak gözüne ilişti, Hatif’in söylediği alametlerin hepside o kâğıtta vardı. Kâğıdı koltuğuna koyup hayırlı pazarlar olsun usta, ben gidiyorum artık dedi.

Tenha bir bucağa çekildi, kâğıdı okudu. Adeta şaşırdı kaldı. Bir definenin yerini göstermekte olan böyle bir değer biçilmez kağıt, meşk kağıtlarının arasına nasıl girmişti? Sonra aklına şu geldi: Her şeyi koruyan, Allah’tır.

Kâğıtta şu yazılıydı: Bil ki şehrin dışında bir define var. İçinde mezar olan filan kubbe var ya. Hani arkası şehre, kapısı Ferhat yıldızına karşı. O türbeyi ardına al, yüzünü kıbleye çevir. Sonra yayla bir ok at. Kutlu kişi yaydan oku attın mı okun düştüğü yeri kaz.

O yiğit kuvvetli bir yay aldı, oku boşluğa doğru attı. Derhal kazma kürek getirdi.
Sevine, sevine okunun düştüğü yeri kazmaya koyuldu. Hem kendi körleşti, hem kazması, küreği. Fakat gizli defineden hiçbir eser görünmedi.

Böylece her gün ok atıyor, düştüğü yeri kazıyor, fakat bir türlü definenin yerini bulamıyordu. Bunu adet edindi. Daima orayı burayı kazıp durduğundan şehre bir dedikodudur yayıldı, iş halkın ağzına düştü.

Pusuda duran, fırsat gözleyen adamlar, bu işi padişaha haber verdiler. Filan, bir define bildiren kâğıt bulmuş diye söylediler. Adam, padişah tarafından duyulduğunu anlayınca teslim olmadan, kadere boyun eğmeden başka çare görmedi. Padişah kendisine işkence yapmadan, kağıdı padişahın önüne koydu.

Dedi ki: Şu kâğıdı buldum ama defineyi bulamadım. Define yerine hadsiz, hesapsız zahmetlere girdim. Defineden bir habbe bile meydana çıkmadı. Fakat ben yılan gibi bir hayli kıvrandım durdum. Bir aydır ağzımın tadı yok. Bunun ziyanı da haram oldu bana, kârı da. Belki bahtın şu perdeyi açar ey savaşı kutlu olan kaleler fethetmiş padişahım. Padişah da altı ay, belki de daha fazla ok attı, her yanda define aradı durdu. Fakat eziyetten, dertten, sıkıntıdan başka bir şey elde etmedi. Define adeta ankaya benziyordu, ismi var cismi yok.

İşin eni, boyu uzayıp duruyordu. Padişah, nihayet o defineden usandı. Her tarafı yer yer eştirmişti. Günün birinde kâğıdı, herifin önüne atıp dedi ki: al şu kâğıdı. Definenin eseri bile görünmedi. Senin işin yok, bu iş sana daha layık.

Bu işi olanın yapacağı şey değil. Gülü yakıp dikenin etrafında dolanmak akıl karı değil. Demirden ot bitmesini bekleyen olabilir ama bu hülyaya tutulan, az olur. Bu iş için senin gibi yorulma bilmez bir adam gerek. Sen mademki yorulmuyorsun, var ara.
Bulursan ne ala, onu sana helal ettim. Bulamazsan yorulmazsın kazar durursun. Akıl, ümitsizlik yoluna gider mi hiç? Aşk lazım ki o tarafa koşsun.

O dertli definenin kâğıdını padişah, o dertlere uğramış fakire verince; yoksul adam, düşmanlarından, onların saçmasından emin oldu, gidip sevdalandığı şeye adamakıllı sarıldı.

O derviş dedi ki: Ey sırları bilen, bu define için ömrümü ziyan ettim. Hırs şeytanı, acele ettirdi, bana. Ne yavaşlığım kaldı, ne tedbirim, ne ihtiyatım. Tencereden bir lokma bile yemedim. Yalnız avucum siyahlandı, ağzım yandı. Bunu iyice bilmiyorum, bari bu düğümü bağlayana müracaat ederek çözeyim demedim. Allah’ın sözünü Allah’ın sözü ile tefsire kalkış. Kendine gel de zannına uyup hezeyan etme a pek yüzlü! Düğümü kim bağladıysa o çözer. Bu nükteleri, bu sırları, yine söyleyen açar. Sana o çeşit söz, kolay anlaşılır gibi gelir ama Allah remizleri kolay anlaşılır mı hiç?

O böyle dua edip dururken Allah’tan ilham geldi, bu müşküller açıldı.
Dendi ki: Hatif sana yaya bir ok koy, at dedi, yayın zıhını adamakıllı çek demedi ki.

Yayı iyice ta kulağına kadar çek demedi, bir ok koy, atıver dedi. Sen, ukalalığından yayı çekmeye okçuluk hünerini göstermeye kalkıştın. Bu katı yayı bırak da yürü, alelade yaya bir ok koy, fazla gitmesine savaşma. Düştüğü yeri kaz, defineyi orada bulmaya çalış, altınları elde et.

 

Bir Cevap Yazın