BEY’İN GÜZEL ATI
Bir beyin pek güzel bir atı vardı. Padişahın at sürülerinde eşi yoktu. Bir gün o ata binip padişahın alayına katıldı. Harzemşah’ın gözü, ansızın ona ilişti. Atın çalımı, rengi padişahın gözünü aldı. Dönünceye kadar o attan gözünü ayıramadı. Hangi uzvuna baksa öbüründen daha güzel görünüyordu.
Çevikliğinden, güzelliğinden ruhaniyetinden başka Allah ona eşsiz bir güzellik vermişti. Padişah aklıyla şöyle bir, araştırdı. Bu nedir ki aklımı çeldi? Dedi.
Gözüm böyle atları çok ördü, toktur, ganidir. Belki böyle güneş gibi iki yüz at görmüş, aydınlanmıştır. Şahların ruhları bence beydaktır. Böyle olduğu halde nasıl olur da bir yarım at, haksız olarak gözümü çeler? Yoksa büyücüleri yaratan bir büyü mü yaptı? Bu, onun çekişi olmalı, atın hassası değil. Fatiha okudu, bir hayli lahavle çekti. Fakat okuduğu fatiha gönlündeki derdi çoğalttı. Çünkü padişahı çeken zaten fatihaydı. Fatiha bir muradın olmasında, bir kötülükten kurtulmada birebirdir. Ama onu bu derde sokan, fatihanın sahibi Allah’tı. Göze bir başkasını gösterirse bu onun işidir. Gözden kendisinden başkası kaybolur, göz yalnız Hakk’ı görürse bu da onun uyandırmasıdır. Padişah, iyice anladı ki gönlünün akması Allah’tan. Allah’ın işi her an eşsiz örneksiz şeyler yaratmaktır.
Harzemşah, gezintiden dönünce saltanat erkânının ileri gelenlerine sırrını açtı.
Derhal, çavuşlara o atı. Beyden alıp getirmelerini emretti. Çavuşlar ateş gibi koşup vardılar. Dağ gibi olan o bey yüne döndü adeta. Dertten elemden canı ağzına geldi.
İmadülmülk’ten başka derdine derman olacak kimseyi göremedi. İmadülmülk onun bayrağıydı. Herkes onun altına gelirdi.
Her zulüm gören dertten ölüm haline gelen koşar ona başvururdu. Ulular içinde ondan daha saygılısı ondan daha üstünü yoktu. Padişahın kapısında adeta bir peygamberdi. Vezirliğe tamahı yoktu. Soyu sopu temizdi zahitti, ibadet ehliydi.
Geceleri kalkar Allah’a ibadette bulunurdu. Cömertlikte de sanki bir hatemdi. Rey ve tedbiri pek kutluydu. Her hususta reyi sınanmıştı. Can vermede de cömertti. Mal vermede de. Yeni ay gibi gayb güneşini dilerdi.
Beylikte garipti kimsesizdi. Yokluk ve Allah sevgisi sıfatlarında gizlenmişti. Her ihtiyaç sahibine baba gibiydi. Padişahın tapısında şefaatçiydi her zararı def ederdi. Kötülere Allah hilmi gibi örterdi. Hâsılı huyu halkın huyundan bambaşka ve tamamıyla aykırıydı.
Kaç kere vezirliği bırakıp ibadet için yalnızca dağlara yönelmişti de padişah yüzlerce niyazlarda bulunarak onu önlemişti. Her an yüzlerce suça şefaat etse padişah ondan utanır şefaatini kabul ederdi. O bey adalet ve insaf sahibi İmadülmülk’ ün yanına baş açık bir halde koştu. Başına topraklar serpiyordu. Dedi ki Haremde neyim var neyim yoksa hepsini alsın yağmacılara buyursun varımı yoğumu yağma ettirsin.
Fakat şu bir tek at yok mu o benim canımdır. Ey beni seven hayrımı isteyen! İyice bil ki onu alırsa öldüm ben. Bu atı elimden alırsa muhakkak biliyorum ki yaşayamam artık. Allah sana bu yakınlığı ihsan etmiş ey Mesih hemen elinle başımı okşa kadına da sabrederim, altınım akarım gitse de aldırmam. Bu ne uydurmalar nede hile eyer inanmazsan bu hararetimi yalan sanırsan hazırım. Sına; sözü doğrumu yalan mı anla! İmadülmülk bu hali gördü gözleri yaşardı, ağladı.
Gözlerini silerek perişan bir halde padişahın tapısına koştu. Padişahın huzurunda durdu. Ağzını yumdu fakat içinden kulların Allah’ına gizlice yalvarıyordu, ayakta duruyor fakat sultanının içinden geçirdiği şeyleri duyuyordu. Gönlünden şunları düşünmekte Allah’a şöyle niyaz etmekteydi.
Yarabbi, o genç, eğri yola gittiyse affet senden başkasına sığınmak doğru değil.
Fakat sen onun yaptığına bakma sana layık olanı yap. O tutsak olan kullardan halas olmasını beklemede. Fakat sen halas et onu. Çünkü bu halkın hepside muhtaçtır yoksulundan tut da padişahına kadar hepsi. Yüceliklere sahip dururken bir mumdan bir mum yalımından yol bulmayı ummak. Güzelim parlak güneş meydandayken mumla kandilden ayrılmak istemek. Fakat şüphe yok ki bizim şanımız edebi terk etme nimete karşı küfranda bulunma heva ve hevesinize uymadır. Aklıların çoğu düşünceye daldığı zaman yarasa gibi karanlığı sever geceleyin yarasa bir kurtcağız yese bu kurt’u bile can güneşi beslemiş yetiştirmiştir. Yarasa geceleyin o kurt’u yiyip sarhoş olduysa kurt yine kurt yine güneş yüzünden canlanmıştır. Işığın aydınlığı meydana getiren güneş düşmanını bile doyurmaktadır.
Görünüşte Padişahın huzurundaydı. Fakat ruhu gayb bahçelerinde uçuyordu. Melekler gibi elest ülkesinde her an yeniden yeniye şarap içmekte sarhoş olmaktaydı. İçi eğlencelerle düğün derneklerle doluydu. Dışı gamlarla kederlerle. Bedenin içinde mezarın içinde olduğu gibi hoş bir alem vardı. O bu şaşkınlık âleminde bakalım gayp ikliminden ne zuhur edecek diye bekliyorduk. O sırada çavuşlar o atı Harzemşah’ın huzuruna çektiler hakikaten de bu gök kubbenin altın da o çeşit o boyda o renkte at yoktu. Rengi her gözü alıyordu.
Sanki şimşekten aydan doğmuştu. Ne de güzeldi ya. Ay gibi Utarit gibi hızlı gitmekteydi. Sanki arpa yememişti kasırgayla beslenmişti. Ay bir gece içinde gök sahasını yürür aşar, ay bir gece içinde burçları dönüp dolaşıyor peki neden miracı inkâr ediyorsun öyleyse. O eşi bulunmaz tek inci yüzlerce aya bedeldir.
Padişah o atı hal gözüyle gördü İmadülmülk meal gözüyle, padişahın gözü titredi ancak iki arşınlık yolu gördü. O sonu gören erse elli arşınlık yolu gördü. Allah’ın insanın gözüne çektiği o sürme ne sürmedir ki can yüzlerce perdesinin ardındaki yolu görür. Kâinatın ulusunun gözü sonu görmeyle eş olmuştur.
O yüzden cihanı leş gördü. Padişah bir kerecik bu zemmi duymakla iktifa etti. Gönlü attan soğudu gitti. Kendi gözünü bıraktı onun gözünü kabul etti. Kendi aklını bıraktı onun sözünü duydu. Bu bir bahaneydi o tek Allah at sahibinin yalvarması yüzünden padişahı attan soğuttu. Atın güzelliğini örttü ona göstermedi o sözde arada kapı gıcırtısı gibiydi. Padişah, atı götürün, sahibine verin. Tez beni bu günahtan kurtarın dedi.
HZ. MUSA’NIN SEÇİLMESİ PADİŞAHIN ÜÇ OĞLU