Notice: Function _load_textdomain_just_in_time was called incorrectly. Translation loading for the gotmls domain was triggered too early. This is usually an indicator for some code in the plugin or theme running too early. Translations should be loaded at the init action or later. Please see Debugging in WordPress for more information. (This message was added in version 6.7.0.) in /var/www/vhosts/niyazikaptan.com.tr/public_html/wp-includes/functions.php on line 6114

Notice: Function _load_textdomain_just_in_time was called incorrectly. Translation loading for the wp-pagenavi domain was triggered too early. This is usually an indicator for some code in the plugin or theme running too early. Translations should be loaded at the init action or later. Please see Debugging in WordPress for more information. (This message was added in version 6.7.0.) in /var/www/vhosts/niyazikaptan.com.tr/public_html/wp-includes/functions.php on line 6114
BEHLÜL DARAĞACINDA | Niyazi KAPTAN

Kişisel Web Sitesi

BEHLÜL DARAĞACINDA

Gönlü perişan Behlül, Bağdat’ta çocukların elinden bunalmıştı. Onu nerede görseler taş atıyorlar, her yandan saldırıyorlardı. Aciz kalınca yerden bir küçük taş alıp onlara verdi, yalvardı.

Dedi ki: Bu kadar taş atın bari büyük taşlarla beni topal etmeyin. Taştan ayağım yaralanırsa, oturarak namaz kılmaya mecbur kalırım.

Nihayet bir taş, onu ciddi şekilde yaraladı, canı yandı, gönlü alt üst oldu. O taş yüzünden daralmış gönlünden öyle kan aktı ki, taşın gönlü bile onun derdinden kan kesildi.

Onlardan kurtulmak için perişan bir halde topallayarak, Basra’ya gitti. Geceleyin Basra’ya ulaştı, uyumak için bir tarafa gitti. Bir bucağa girdi. Meğerse orada birisini öldürmüşler, kanlara, topraklara bulanmış, yatmadaymış. Bunu bilemedi, yanına yattı, uyudu, uykuda bütün elbisesi kanlara battı.

Ertesi gün halk, gelip öldürülüp yere yıkılmış adamı, yanında da elbisesine kanlar bulanmış Behlül’ün ayakta durduğunu görerek, bu işi Behlül’ün yaptığına hükmettiler.

Ona “A köpek, dediler, nerelisin sen, nereden geldin? Sen de bir aşinalık göremiyoruz.”

Behlül, “Bağdat’lıyım, oradan kalktım, buraya geldim. Bu öldürülmüş adamın yanında yattım, dinlendim. Bu adamın öldürülmüş olduğunu ancak tanyeri atıp, âlem ışıyınca gördüm.” Dedi.

Behlül’e, “geceleyin Bağdat’tan kalktın, kan dökmek için ta Basra’ya geldin ha.” Dediler. Ellerini kuvvetlice bağlayıp merhametsiz zindancıya teslim ettiler.

Ciğeri yanık Behlül, içinden ey gönül diyordu, hadi bakalım, bu gün ne yapacaksın? Çocukların taşlarından kaçtın ama burada kendi kanına girdin. Bağdat’ta o taşlara razı olsaydın, Basra’da can korkusuna tutulur muydun hiç?

Nihayet padişaha bildirdiler, o da öldürülmesi için emir verdi. Onu tutup darağacına götürdüler. Zalim cellât, merdiveni dayadı, Behlül’ü çıkardı. Boynuna ipi geçirirken, Behlül başını Tanrı’ya kaldırdı.

Dudakları oynamaya başladı, gizlice bir şeyler söylüyordu. Tam bu sırada, bir taraftan temiz birisi fırladı: “ O suçsuzdur, adamı ben öldürdüm, Benim idam edilmem gerekir. Bu kadar yükü taşıyamayacağım. Bir tek boynuma iki kanı birden alamayacağım” diye bağırdı.

Her ikisini de padişahın huzuruna götürdüler. Padişahın veziri de oradaydı. Basra padişahı uzun zamandır Behlül’ü görmek istiyordu. Onu görmeyi çok istiyordu ama bir kere bile yüzünü görmemişti.

Vezir, Behlül’ü görünce tanıdı çünkü önce de görmüş, konuşmuştu. Dile gelip dedi ki: Padişahım, kutlu olsun. Behlül’ü arıyordun ya, işte Behlül.

Padişah, neşesinden yerinden sıçradı. Onu yanına aldı. Başını, yüzünü öptü. Yüzlerce izzetler, iltifatlar, ikramlar ederek, yanına oturttu.

Katille, maktulun ahvalini, sonra da Behlül’ün başından geçenleri aktardılar. Basra padişahı, derhal bu gencin kanını dökün dedi.

Behlül, Padişaha: Ey gazi padişah dedi, gönlümün yanışına hürmetin varsa, sakın onun kanını dökme. Kanını dökersen bir fayda elde edemezsin, hayır olmaz sana. Doğrulukla kalktı, o, benim için kendisini adeta feda etti. Benim için canıyla oynadı. Nasıl olur da bu gencin kanı dökülür?

Bunu üzerine padişah, öldürülen adamın yakınlarını çağırdı. Onlara:” Diyet istemeniz gerek, dilerseniz onu öldürebilirsiniz ama iyi olmaz. Bu işi, farz edin ki o yapmadı, ben yaptım. Asidir ama muti. Ona Behlül şefaat ediyor” dedi.

Onları, diyete razı ettiler. Herkes memnun oldu.

Padişah: Nasıl oldu da halkın arasından kalktın? Ne oldu sana canından geçtin. Korkmadan yaptığını söyleyiverdin? Diye sordu.

Genç: Bir ejderha gördüm ki benzerini hiçbir yerde görmemiştim. Ağzını açmış, ateş püskürmedeydi. Mermer kaya bile korkusundan yarı canlı bir hale gelmişti.

Bana kalk, doğruyu söyle. Yoksa işin bitiktir. Şimdi kanını emer, ebedi olarak içine girer, yerleşirim. Ebedi bir azap içinde kalırsın. Âlemde hiçbir kimsenin de feryadı erişemez sana, dedi. Onun korkusundan yerimden fırlayıp yaptığımı söyledim, kurtuldum.

Padişah, bunun üzerine Behlül’e ya sen dedi, darağacına çekileceğin zaman ne dedin?

Behlül: Canımdan ümidimi kestim. Ölmek üzere olduğumu anladım. Başımı kaldırıp: Yarabbi dedim, bu gönülsüz yoksuldan ne istersin? Bunları başıma üşüştüren sensin. Beni şu anda ağlatıp sızlatarak öldürürlerse, kan diyetimi onlardan değil, senden isterim. Bir avuç dağınık kişiden ne alabilirim ki? Seni tanırım, başka kimsem yok. İşim gücüm seninle. Uğraştığım düştüğüm hal ancak senin hükmünle olmaktadır. Ben bu sözleri söyleyince, bu genç kalktı, bağırdı. Bu söz üzerine beni darağacından alıp indirdiler. Sözüme cevap olarak perde ardından bu iş zuhur etti işte.

Ulu Tanrı’dan uğradığım minnet, beni önce perişan bir hale soktu. Beni önce kanlı katil yaptı ama sonunda bana yüzlerce can vererek lütuflarda bulundu

 

 

 

 

 

 

Bir Cevap Yazın