Notice: Function _load_textdomain_just_in_time was called incorrectly. Translation loading for the gotmls domain was triggered too early. This is usually an indicator for some code in the plugin or theme running too early. Translations should be loaded at the init action or later. Please see Debugging in WordPress for more information. (This message was added in version 6.7.0.) in /var/www/vhosts/niyazikaptan.com.tr/public_html/wp-includes/functions.php on line 6114

Notice: Function _load_textdomain_just_in_time was called incorrectly. Translation loading for the wp-pagenavi domain was triggered too early. This is usually an indicator for some code in the plugin or theme running too early. Translations should be loaded at the init action or later. Please see Debugging in WordPress for more information. (This message was added in version 6.7.0.) in /var/www/vhosts/niyazikaptan.com.tr/public_html/wp-includes/functions.php on line 6114
KANIN SIVI ORANIN KONTROLÜ VE VAZOPRESSİN HORMONU | Niyazi KAPTAN

Kişisel Web Sitesi

KANIN SIVI ORANIN KONTROLÜ VE VAZOPRESSİN HORMONU

İnsan vücudundaki su miktarı son derece önemlidir. Suyun belirli bir seviyenin altına düşmesi veya vücutta gereğinden fazla su birikmesi insan hayatı için tehlikeli sonuçlar doğurmaktadır. Peki siz vücudunuz için en ideal su miktarının ne olduğunu biliyor musunuz? Dahası her an vücudunuzdaki su oranını tespit edip, gerekli miktarı sağlayabilecek önlemleri alabiliyor musunuz? Elbette ki hayır. Belki de bu satırları okuyana kadar bu konu hakkında hiç düşünmediniz bile. Çünkü vücudunuzda, bu önemli görevi sizin için kusursuzca yerine getiren olağanüstü bir sistem bulunmaktadır. Bu sistemin detayları insanı hayran bırakan birçok yaratılış mucizesi içerir. Şimdi bu sistemi inceleyelim:

Beyindeki hipotalamus hücrelerinin zarlarında alıcılar bulunmaktadır. Bu alıcılar kandaki sıvı miktarını ölçmekle görevlidirler. Dikkat edilirse, kandaki sıvı miktarını ölçenler, laborant veya doktorlar değil, gözle dahi göremediğimiz kadar küçük olan hücrenin incecik zarındaki çok minik alıcılardır. Bu alıcıların üstlendikleri görevin ne kadar büyük bir bilgi, yetenek ve teknik gerektirdiğini anlamak için şöyle bir kıyaslama yapalım: Bir insanın önüne bir şişe kan konduğunda, bu kanın içindeki sıvı oranını söyleyemez. Böyle bir hesabı yapabilmek için konu hakkında uzmanlık bilgisine sahip olması gerekir. Bu da yeterli değildir. Ayrıca gerekli ölçümleri yapabileceği bir laboratuvara ve donanıma ihtiyacı vardır. Oysa, hücre zarındaki alıcılar, hiçbir bilgileri olmadan, hiçbir donanım da kullanmadan bu ölçümü, insan yaşadığı sürece kusursuzca yaparlar.

Bu küçük alıcıların sorumlulukları bununla da bitmez. Eğer kandaki sıvı oranının olması gereken seviyenin altına düştüğünü tespit ederlerse, hemen bunun için gerekli önlemi alırlar. Bu olağanüstü bir durumdur. Ayrıca alıcılar sadece sıvı oranını tespit etmekle kalmazlar, en ideal sıvı oranını da bilerek, gerekirse alarm durumuna geçerler. Alarm durumuna geçen alıcı, hemen beynin arka kısmındaki hipofiz bezine mesaj gönderir.

Hipofiz bezi, mesajı alır almaz hemen kendisinde depolanmış olan vazopressin adlı hormonu kan dolaşımına daha fazla miktarda bırakmaya başlar. Hipofiz bezinin kan dolaşımına bıraktığı vazopressin ise hipotalamustaki hücreler tarafından üretilen bir hormondur.

Bu hormonun formülü DNA’ya şifrelenmiştir.  Ayrıca hatırlatmak gerekir ki, insan vücudundaki tüm hücrelerin çekirdeğindeki DNA’larda vazopressin hormonuna ait şifreler bulunmaktadır. Ancak bu şifreyi ne karaciğer hücreleri ne mide ne de kas hücreleri kullanmamakta, sadece hipotalamus hücreleri kullanarak, bu hormonu üretmektedirler.

Vazopressin hormonu ile ilgili harikalar bunlarla da sınırlı değildir. Vazopressin hormonu üretildikten sonra, bir başka proteinin içine paketlenerek hipofiz bezine transfer edilir ve zamanı geldiğinde kullanılmak üzere burada depolanır. Küçücük bir hücre içinde, hayal bile edilemeyecek kadar küçük yapılar, son derece kusursuz detaylarla organize edilmiş bir fabrikanın farklı birimleri gibi çalışırlar.

Mesaj geldikten sonra hipofiz bezindeki depodan kan dolaşımına bırakılan vazopressin hormonları, derhal böbreğe ulaşırlar. Bu arada hatırlatmak gerekir ki, vazopressin hormonları beyindeki hipofiz bezinden yola çıkmışlardır ve böbreklere ulaşıncaya kadar birçok organın yanından geçerler, ancak bu hormonlar sanki nereye gideceklerini, yollarını ve amaçlarını biliyorlarmış gibi, asla kaybolmadan veya başka bir organa gitmeden doğruca böbreklere ulaşırlar. Böbreklere gitmelerine dair emri nasıl almakta ve sözü edilen şuursuz moleküller nasıl olup da bu emri anlayarak yollarını bulabilmektedirler?

Böbreğe ulaşan vazopressin hormonları, böbrekteki milyonlarca mikro kanalcığın çevresinde bulunan alıcılara kilitlenirler. Bu alıcılar, vazopressin için özel olarak yaratılmışlardır ve anahtarın kilide uyması gibi birbirlerine uygundurlar. Bu uygunluk nasıl sağlanmıştır? Herhangi bir insan eğer işinin ehli değilse, birbirine tam olarak uyan iki farklı şekli oluşturmakta zorlanabilir. Oysa vücut içinde bunun birçok örneği vardır. Ayrıca, her iki parça, yani vazopressin hormonu ve böbrekteki alıcılar, vücudun bambaşka yerlerindeki çok farklı hücreler tarafından inşa edilmektedirler. Buna rağmen kusursuz bir uyum meydana gelmektedir. Bu uyum ise Rabbimiz’in kullarına bir rahmetidir.

Bu kilitlenme ile böbreğe “İdrar sıvısında bulunan su moleküllerini yakala” emri verilmiş olur. Bu haberleşme sistemi sayesinde idrarda bulunan su moleküllerinin büyük bir bölümü arıtılır ve tekrar kana karıştırılır. Sonuçta idrar miktarı azaltılmış ve vücuda su kazandırılmıştır.

Eğer gereğinden fazla su içilmişse bu sefer mekanizma tam tersine işler. Kandaki su yoğunluğu yükselir. Bu yükselme sonucu hipotalamusta bulunan algılayıcılar, vazopressin hormonunun salgılanması işlemini yavaşlatırlar. Vazopressin hormonu azalınca idrar sıvısı artar ve kandaki su miktarı normal seviyesine getirilmiş olur.

Bu kusursuz sistem, vücuttaki sistemlerden sadece çok küçük bir kesittir ve bu küçük kesit dahi hiçbir şeyin başıboş olmadığının, sonsuz akıl, ilim ve güç sahibi Allah’ın bu sistemi her an kontrol altında tuttuğunun delillerinden sadece bir tanesidir.

VÜCUTTAKİ KUSURSUZ GÜVENLİK SİSTEMİ

Vazopressin hormonunun bir başka özelliği daha bulunmaktadır; kan damarlarını kasar ve böylece kan basıncını artırabilir. Bu da çok özel tasarlanmış bir güvenlik-sigorta sistemidir ve insanın özel bir yaratılışla var edildiğinin bir başka delilidir. Bu güvenlik-sigorta sisteminin çalışabilmesi için yine geniş çaplı bir planlama yapılmıştır. Kalbin kulakçık bölgesinin ve kalbe gelen damarların içine kan basıncını ölçen çok özel alıcılar yerleştirilmiştir.

Bilindiği gibi bir insanın kan basıncını ölçebilmesi için teknolojik bir alet kullanması gerekir. Bu aletler birçok farklı daldan uzmanın iş birliği ile geliştirilmiştir ve ileri bir teknoloji ile üretilmektedirler. Oysa, kalbimizde aynı görevi, çıplak gözle görmemizin imkansız olduğu, çok küçük moleküller üstlenmiştir. Peki bu alıcılar, kan basıncını nasıl ölçerler, basınçtaki farklılığı nasıl algılarlar? Bunlar hissi, duyu organları ve dahası hissettiklerini algılayacak şuurları olmayan atomlardır. Ayrıca bu alıcılar kalbe, tam olması gereken yere nasıl yerleşmiştir? Tüm bu soruların cevapları, insana Allah’ın varlığını ve O’nun ilminin yüceliğini göstermektedir.

Bu alıcılardan çıkan sinirler ise, sanki bir kablo bağlantısı yapar gibi, hipofiz bezine bağlanmışlardır. Normal kan basıncı altında bu alıcılar sürekli olarak uyarılmakta ve bu kablolar aracılığı ile hipofiz bezine durmaksızın bir elektrik akımı göndermektedirler. Hipofiz bezi ise bu sinyalleri aldığı sürece, vazopressin hormonunun salgılanmasını engellemektedir. Bu bir güvenlik şirketinin çalışma sistemine benzer. Güvenlik şirketinin daima hazır olarak bekleyen görevlileri, alarm sisteminin kurulu olduğu evden olumlu mesajlar aldıkları sürece harekete geçmezler.

Peki, güvenlik şirketi, yani hipofiz bezi ne zaman harekete geçer? Ciddi bir kanama durumunda insan çok kan kaybeder ve damarlarında bulunan kan miktarı azalır. Bu da kan basıncının düşmesi anlamına gelir ki, düşük kan basıncı hasta açısından çok tehlikelidir.

Kan basıncı düştüğü anda damarların ve kalbin içinde bulunan alıcıların hipofize gönderdikleri sinyal de kesilir. Bu da hipofizin alarm durumuna geçmesine ve vazopressin hormonu salgılamasına neden olur. Hipofizin sinyalin kesilmesini hemen fark ederek gerekeni yapması ise son derece şuurlu bir harekettir. Oysa, bu şuurlu hareketlerin tamamı bazı atomların birleşmesinden oluşan küçük moleküllere aittir.

Vazopressin hormonu derhal kan damarlarının etrafında bulunan kasların kasılmasına neden olur ve bu işlem kan basıncının yükselmesini sağlar. Oldukça kompleks olan, birbirine bağımlı çalışan ve birçok parçadan oluşan bu sistemin, üzerinde düşünülmesi gereken birçok detayı vardır.

Vazopressin hormonunu üreten hipotalamus hücreleri, kendilerinden çok uzakta bulunan damarların etrafındaki kas hücrelerinin yapısını nereden bilmektedirler?

Kan basıncının artması için bu damarların kasılmaları gerektiğini nasıl öğrenmişlerdir?

Bu hücrelerin kasılmalarını sağlayacak kimyasal formülü nasıl üretebilmektedirler?

Kalp ve hipofiz arasındaki iletişim ağının kabloları döşenip böyle kusursuz bir alarm sistemi nasıl meydana gelmiştir?

Şüphesiz ortada mükemmel bir yaratılış vardır. Ve bu insanın şuursuz tesadüfler sonucu değil, Allah’ın yaratması ile var edildiğini göstermekte ve Yüce Allah’ın varlığı, gökten yere her şeyi mükemmel bir yaratılış ile var ettiği çok açık bir gerçektir.

 

2 thoughts on “KANIN SIVI ORANIN KONTROLÜ VE VAZOPRESSİN HORMONU

Bir Cevap Yazın