LA HAVLE YİYEN EŞEK
Bir sofi seyahate çıktı, döne dolaşa gece olunca bir tekkeye konuk oldu. Bir hayvanı, vardı ahıra bağladı. Kendisi dostlarla, sofanın baş köşesine geçip oturdu. Arkadaşlarıyla murakabeye daldı.
O zevk ve huzur dileyen sofilerin zikir ve murakabeleri, vecit ve şevkle sona erince.
Konuğa yemek getirdiler. Konuk o zaman hayvanı hatırladı, Hizmetçiye ”Ahıra git,
hayvana saman ve arpa ver ”dedi. Hizmetçi dedi ki :“ la havle… Bu ne fazla söz!
Eskiden beri bu işler benim işim.” Sofi “önce arpayı ısla.
Çünkü eşek karttır, dişleri sağlam değil” dedi. Hizmetçi “ Lahavle Ey ulu bunu niye söylüyorsun? Bu hizmet usulünü, hep benden öğrenirler” dedi. Sofi “önce semerini indir, sırtına da ilaç koy” dedi. Hizmetçi “Lahavle ey hâkim, benim senin gibi yüz binlerce konuğun geldi; Hepsi de yanımızdan razı olup gittiler. Konuk bizim canımızdır, bizdendir” dedi. Sofi “suyunu ver ama ılık olsun” deyince hizmetçi “ Lahavle. Artık beni utandırıyorsun” dedi. .Sofi “Arpaya az saman karıştır” dedi. Hizmetçi “ Lahavle. Bu sözü kısa kes artık” dedi. Sofi “Yerini süpür, taş toprak kalmasın. Islaksa biraz kuru toprak serp” dedi.
Hizmetçi “Lahavle a babam, lahavle de Bir işe yolladığın ehil kişiye az söyle! Dedi.
Süpür, taş toprak kalmasın. Islaksa biraz kuru toprak serp” dedi. Hizmetçi “Lahavle a babam, lahavle de Bir işe yolladığın ehil kişiye az söyle! Dedi. Sofi “Eşeğin sırtını tımar et” dedi.
Hizmetçi “ Lahavle. Baba, artık utan!” Dedi. Bunu deyip eteğini sıkıca beline doladı.
“İşte gittim, önce arpa, saman getireyim.” Dedi. Gitti ama ahır aklına bile gelmedi. Yalnız sofiyi aldattı. Birkaç hazelenin yanına gitti, Sofinin sözlerine gülmeye onunla alay etmeye koyuldu.
Sofi uzun zaman yolculukta bulunduğundan gözlerini yumup daldı, rüya görmeye başladı: Eşeği bir kurda sataşmıştı. Kurt, sırtından, oyluğundan onu paralıyordu. Uyanıp “Lahavle. Bu ne biçim saçma rüya, Acaba o şefkatli hizmetçi nerede ki?” dedi.
Yine daldı. Bu sefer eşeğini yolda giderken gâh, bir kuyuya, gâh bir çukura düşüyor gördü. Türlü, türlü kötü rüyalar görüyordu. Rüyasında bazen Fatiha suresini, bazen Karia suresini okuyordu. “ çare ne? Dostlar kalkıp gittiler. Bütün kapıları da kapadılar” dedi. Yine “O Hizmetçiceğiz, bizimle tuz ekmek yemedi mi ki? Ben ona lütuftan başka ne yaptım, yumuşak sözlerden başka ne söyledim? Aksine o bana neden kinlendi ki? Her düşmanlığa bir sebep olur. Yoksa aynı cinsten oluş insanı vefakâr eder” diyordu. Sonra tekrar “ lütuf ve ihsan sahibi Âdem iblise bir cefada bulundu mu ki? Sofi vesvese içindeydi. Eşeğe gelince öyle bir haldeydi ki düşmanların cezası da, dilerim böyle olsun!
Zavallı eşek; taş toprak içinde, semeri tersine dönmüş, kuskunu kopmuştur. Yol yürümekten ölmüş, bütün gece yemsiz gâh can çekişmekte, gâh ölüm haline gelmekteydi. Bütün gece “Yarabbi, arpadan vazgeçtim, bir avuçcağızdan da az saman olsa” diye sayıklıyordu. Hal diliyle “Ey şeyhler, bir merhamet edin, bu ham ve edepsiz hizmetçinin elinden yandım” diyordu. O eşeğin çektiği eziyeti duyduğu azabı ancak karada uçan kuş, sele kapılırsa çeker duyar!
Nihayet biçare eşek açlık illetinden o gece seher çağına kadar yan üstü yattı. Gündüz olunca, hizmetçi gelip hemen semerini düzeltti, sırtına vurdu. Eşekçiler gibi birkaç sopa indirdi. O köpek hizmetçiden ne umulursa eşeğe onu yaptı. Eşek dayağın, şiddetinden sıçradı, kalktı. Dili yok ki halini söylesin! Sofi merkebe binip yola düzülünce merkep, her an yüzüstü düşmeye başladı.
Halk, merkep düştükçe onu kaldırmaya koyuldu. Herkes onu hasta sanıyordu. Birisi kulağını burmakta, öbürü yara var mı diye damağını yoklamakta, Diğeri nalında taş aramakta, bir diğeri de gözünü puslu görmekteydi. Sofiye “ Ey Şeyh, bu ne hal?
Dün, şükür olsun, bu eşek kuvvetlidir demiyor muydun?” dediler. Sofi (Geceleyin “lahavle” yiyen eşek, ancak böyle gider. Merkebin azığı geceleyin “lahavle” olur, Geceleyin tespih çeker durursa gündüzün de secde eder) dedi.
ASLAN’IN ADALETİ EŞEK GİTTİ EY OĞUL