KENDİNİ BİLMEZLİĞİN SONU
Bir çakal boyacı küpüne düştü, orada bir müddet kaldı. Sonra postu boyanmış olarak çıkıp “Ben illiydin tavusuyum, demeye başladı. Postu boyanmış pek güzel parlamış, güneş de o renklere vurmuştu. Çakal, kendini yeşil, kızıl, pembe ve sarı renklerde görüp o çeşitli renklerle öbür çakallara göründü. Hepsi de “A çakalcık, bu ne hal? Fazlasıyla neşelere dalmışsın, pek memnunsun. Neşeden adeta bizden nefret ediyorsun! Bu ululuğu nereden elde ettin?” dediler. Fakat çakallardan biri “ Sen ya hile yapıyorsun, yahut da hakikatten bir neşeye sahip oldun, neşeliler arasına katıldın. O rengârenk çakal gizlice çıkagelip kendisini kınayanın kulağına dedi ki: “ Hele bir bana bak. Şamanın bile böyle bir putu yoktur. Gül bahçesi gibi ne de güzel bir hale geldim, ne de hoş yüzlerce renklere boyandım. Benden baş çekme, secde et bana! Şu güzelliğime, şu letafetime, şu rengime bak da bana Fahri Dünya, Rükn-i din de! Allah lütfuna mazhar oldum ululuk sırlarını şerh eden levh haline geldim. Çakallar, oraya toplandılar, mumun etrafındaki pervaneye döndüler. Hiç çakalda bunca güzellik mi olur?” “ Peki, a elmasım, sana ne diyelim?” diye sordular. Çakal. “ Müşteri yıldızına benzer erkek aslan deyin” dedi. Bunun üzerine dediler ki: “ İyi ama can tavusları gül bahçelerinde salınır cilvelenirler.” “ Sen de öyle cilveleniyor musun?” Çakal, “Yok canım çöle düşmeden nasıl Mina’ya vardım diyebilirim?” dedi. Peki, tavus kuşları gibi bağırabilir misin?” diye sordular. “Kara taştan kaynak mı çıkar hiç” diye cevap verdi. Bunun üzerine dediler ki. “ Tavusun güzellik elbisesi gökten gelir, ezelidir. Hileyle dava ile hiç, o güzelliği elde edebilir misin sen?
KÖYLÜNÜN FENDİ KUYRUK PARÇASI VE KEDİ