Kişisel Web Sitesi

HAZRETİ BİLAL AŞKI

Efendisi, Bilal’ı terbiye etmek için diken dalı ile dövmekte o da dikenlere canını feda etmekteydi. Efendisi neden Ahmed’i anmaktasın diyordu… Sen, kötü bir kulsun, benim dinimi inkâr ediyorsun. Efendisi onu güneş altında dövmekte, o da “Ahad” diye övünmekteydi.

Derken Sıddıyk, o taraftan geçti, onun “Ahad” demesini duydu. Gözü doldu gönlü incindi, o “Ahad” sözünden bir aşina kokusu aldı. Sonra onu tenhaca görüp nasihat verdi, dedi ki: İnanışını kâfirlerden gizli tut. Allah gizli şeyleri bilir, maksadını gizle. Bilal tövbe ettim dedi. Ertesi gün Sıddıyk, erkenden bir iş için oradan geçiyordu. Yine “Ahad” sözüyle dayak sesini duydu. Gönlü ateşlendi. Yine nasihat etti, o da tövbe etti ama aşk gelince tövbesini bozuverdi. Böyle bir hayli tövbe etti, nihayet tövbeden bezdi. İnanışını açığa vurdu, bedenini belaya attı, ey Muhammed dedi, ey tövbelere düşman. Bedenim de seninle dolu, damarım da. Artık bu bedene nasıl olur da tövbe sığar? Bundan böyle tövbeyi gönülden çıkaracağım. Ebedi hayata nasıl olur da tövbe edebilirim?

Diken yarası, ona gül ve Gülnar kesildi. Beden diken yarası ile kalbura döndü ama canım, bedenim, devlet gülistanı oldu. Beden, o kâfirin dikeninin zahmeti önünde ama o, Allah’ın sarhoşu.

Canıma bir can kokusudur gelmede, merhametli sevgilimin kokusu erişmede. Mustafa, Miraçtan geldi, Bilal’ına nu mutlu ne mutlu. Sıddıyk, doğru özlü, doğru sözlü Bilal’dan bu sözleri duyunca tövbesinden el yudu.

Sıddıyk bunun üzerine Mustafa’nın yanına gelip vefalı Bilal’ın halini anlattı. Dedi ki:
O felekleri ölçen çevik ve kutlu kanatlı Bilal, şimdi senin aşkına düşmüş, senin tuzağına tutulmuştur.

Kötü huylu herif, “Bu delilik, bu saçma fikirler, kafadan çıkıncaya kadar kafana vuracağız senin.” Bu sözlerle onu doğruya karşı çarmıha geriyorlar, elbiselerini soyup çıplak vücudunu diken dallarıyla dövüyorlar. Bedenden yüzlerce kan ırmağı fışkırmada. Öyle olduğu halde “Ahad” diyerek baş koymada. Dinini gizle melun kâfirlerden, sırrını sakla diye öğütler verdim. Fakat o âşık, kıyamete ulaşmış… Ona tövbe kapısı kapanmış. Hem âşıklık, hem tövbe, hem de sabretme imkânı. Bu, pek imkânsız bir şeydir canım efendim.

Mustafa, bu vakayı duyunca hoş bir surette ferahladı, neşelendi Ebubekir’de bu hali görünce söz söylemeye iştahlandı. Mustafa gibi bir dinleyici duyunca her kılı, ayrı bir dil oldu. Mustafa dedi ki: “Peki, ne çaresi var şimdi?” Ebubekir ben ona müşteriyim dedi. Efendisi ne isterse zarara ziyana bakmadan alacağım çünkü o yeryüzünde Allah esiri olmuş, Allah düşmanlarının hışmına uğramış.

Mustafa dedi ki: “Ey devlet arayan, bu hususta ben de sana ortağım. Vekilim ol, müşteri olup onu al, yarı parasında ben de sana ortağım.” Ebubekir baş üstüne deyip derhal amansız kâfirin evine gitti. Kendi kendine çocukların elindeki inciyi almak kolaydır diyordu.

Kapının halkasını dövdü. Kapı açılınca o kâfirin evine adeta kendinden geçmiş bir halde girdi. Kendinden geçmiş sarhoş ve ateşli bir halde oturdu. Ağzından bir hayli acı sözler çıktı.

Dedi ki: “Bu Allah dostunu nasıl dövüyorsun? Ey apaçık düşman bu ne haset? Kendi dininde doğru isen doğru sözlü bir adama zulmetmeye gönlün nasıl razı oluyor? Ey kâfirlik dininde karı olan, nasıl oluyor da bir şehzadeye karşı böyle bir zanda bulunuyorsun? Ey ebedi lanete uğramış, ey merdut adam, daima adamı eğri büğrü gösteren aynaya bakma.”

Kâfir dedi ki: “Ey ikramcı adam, eğer acıyorsan para ver, al onu. Gönlün yanıyorsa onu benden satın al. Müşkülün parasız hallolmaz.” Ebubekir, yüzlerce hizmette bulunur, Allah’a karşı da beş yüz kere şükür secdesine kapanırım. Güzel bir kulum var fakat kâfir. Vücudu beyaz ama gönlü kara, gönlü nurlu kulu ver bana. Birisini gönderip kölesini getirtti, hakikatten o köle pek güzeldi. Bir derece ki o kâfir, hayran oldu, taşa benzeyen yüreği adeta yerinden oynadı. Fakat yine dayandı, inat etti,” Bu hiçbir şey değil, bundan başka daha para vermelisin.” Dedi. Ebubekir, o kâfirin, hırsı yatışıncaya, gönlü razı oluncaya kadar da para verip Bilal’ı satın aldı. O taş yürekli kâfir acıklanarak, eğlenerek, alay ederek bir kahkaha attı.

Sıddıyk dedi ki: Bu kahkaha neden? Herif cevap vereceği yerde büsbütün gülmeye kahkahasını arttırmaya başladı. Dedi ki: “Bu kara köleyi almaya bu kadar düşmesen, bu kadar sevdalanmasan, ben de ısrar etmezdim , bu verdiğin paranın onda biriyle almış olurdun. Bence o yarım akça bile etmez. Fakat pahasını bağıra çağıra sen arttırdın.”

Sıddıyk:” A ahmak” diye cevap verdi, “Çocuk gibi bir cevize karşılık bir inci verdin. Bence o iki cihana değer. Ben cana bakıyorum sen renge bakıyorsun. O kızıl altın fakat şu ahmaklar yurdunda oturanların hasedi yüzünden kara görünmede. Cisimlerin şu yedi rengini gören baş gözü, bu perde ardından o ruhu göremez. Eğer satışta biraz daha nekeslik etseydin bütün malımı mülkümü verirdim. Daha ziyade üstüne düşseydin başkalarından bir etek dolusu altın borç alır, onu da verirdim. Fakat bedava buldun da ucuz verdin. Hokkayı açıp da içindeki inciyi görmedin.”

Ondan sonra Bilal’ın elini tuttu, o mihnetin dişlerinde bir hilale dönmüş olan dostun eline yapıştı, yola düştüler. O bir hilale dönmüş de ağza yol bulmuştu, tatlı dilli birine gitmekteydi. Zayıf, hasta bir haldeydi. Mustafa’nın yüzünü görünce sırt üstü düşüp bayıldı. Uzun müddet kendisinden geçmiş olarak öyle baygın kaldı. Kendine gelince sevincinden gözyaşları dökmeye başladı. Mustafa onu kucakladı. Ona ne bağışladı, ne ihsanlarda bulundu kim bilir? Sanki bir bakırdı, iksire kavuşmuş. Sanki bir müflisti, bol bir define elde etmiş. Perişan balık denize düşmüştü, yolunu kaybetmiş kervan yol bulmuştu. Peygamberin o anda söylediği sözler, geceye söylenseydi gecelikten çıkar, sabah gibi apaydın olurdu.

Peygamber dedi ki: “Ey Sıddıyk, sana demedim mi ki bu ihsanda beni de ortak et.” Ebubekir:” Biz dedi ikimiz de senin kullarınız. Ben, onu senin rızan için azat ettim. Sen beni kul et, bana dostum de, de senden hiç azatlık istemem. Benim azatlığım sana kul olmamdır. Sensiz olursam mihnetlere azaplara uğrarım.”

 

Bir Cevap Yazın