Notice: Function _load_textdomain_just_in_time was called incorrectly. Translation loading for the gotmls domain was triggered too early. This is usually an indicator for some code in the plugin or theme running too early. Translations should be loaded at the init action or later. Please see Debugging in WordPress for more information. (This message was added in version 6.7.0.) in /var/www/vhosts/niyazikaptan.com.tr/public_html/wp-includes/functions.php on line 6114

Notice: Function _load_textdomain_just_in_time was called incorrectly. Translation loading for the wp-pagenavi domain was triggered too early. This is usually an indicator for some code in the plugin or theme running too early. Translations should be loaded at the init action or later. Please see Debugging in WordPress for more information. (This message was added in version 6.7.0.) in /var/www/vhosts/niyazikaptan.com.tr/public_html/wp-includes/functions.php on line 6114
EŞEK TİLKİ VE ASLAN | Niyazi KAPTAN

Kişisel Web Sitesi

EŞEK TİLKİ VE ASLAN

Bir çiftçinin bir eşeği vardı. Beli yaralı, karnı bomboş, tamamı ile arık bir halde idi.

Gündüzün, ta gecelere kadar otsuz kayalıklarda gıdasız, koruyucusuz aç biilaç dolaşır dururdu. Oralarda içecek sudan başka bir şey yoktu. Eşek gece gündüz yas matem içindeydi. Oralarda bir kamışlık, bir orman vardı. Orada işi gücü avlanmak olan bir aslan vardı.
Aslan bir erkek fille savaşmış, yorulup hastalanmış, avdan kalmıştı. O zayıflıkla bir müddet avlanamadı. Öbür canavarlarda kuşluk yemeği yiyemez oldular. Çünkü aslandan artan artıkları onlar yerlerdi. Aslan hastalanınca onlarda dara düştüler.

Aslan, bir tilkiye var git, benim için bir eşek avla. Çayırlıkta bir eşek bulursan ona maval oku, kandırıp buraya getir. Eşeğin etini yer, kuvvetlenirsem ondan sonra başka bir av tutabilirim. Birazcığını ben yiyeyim, geri kalanını siz yersiniz. Ben de bu suretle sizin gıdalanmanıza sebep olayım. Benim için ya bir eşek ara, ya bir öküz. Ne bulursan ona o bildiğin afsunlardan oku. Onu afsunlarla güzel sözlerle aldat, buraya çek, getir diye emir verdi.

Kutup aslandır, işi de avlanmaktır. Bu halkın arta kalanları, onun artıklarını yerler.
Kudretin yettikçe kutbun rızasına çalış da o kuvvetlensin, vahşi hayvanları avlasın.

Tilki aslana emriniz baş üstüne. Hileler düzeyim, aklını başından alayım, istediğin gibi hizmette bulunayım. Hile ve afsun benim işimdir. İşim gücüm, masal söylemeden, halkı yoldan çıkarmadan ibarettir dedi.

Dağ başından dereye doğru koşmaya başladı. Derken o yoksul ve zayıf eşeği buldu.

Candan bir selam verip yanına gitti, o saf yoksulun yanına vardı. Dedi ki: bu kuru ovada ne âlemdesin? Bu çorak kayalıklarda ne yapıyorsun? Eşek dedi ki: İster gamda olayım, ister cennette. Kısmetimi Allah veriyor ona şükretmedeyim.

Dosta hayır zamanında da şükrederim, şer zamanında da. Çünkü kaza ve kaderde beterin beteri var. Mademki rızkı taksim eden o, şikâyet küfürdür. Sabrı gerektir. Sabır genişliğe ulaşmanın anahtarıdır.

Bir saka vardı. Onun da bir eşeği vardı. Mihnetten çember gibi iki büklüm olmuştu.

Sırtında ağır yükten açılmış yüzlerce yara vardı. Ölüm gününe âdeta âşıktı. Ölümünü arayıp duruyordu. Arpa nerede? Kuru otu bile bulamıyor, onunla bile karnını doyuramıyordu. Bir yandan sırtında yara vardı, bir yandan da sahibi demir bit şişle onu nodullayıp duruyordu.

İmrahor, onu görüp acıdı. Eşeğin sahibi ile dostluğu vardı. Ona selam verdi, bu eşek neden böyle dal gibi iki kat olmuş diye sordu.

Adam, benim yoksulluğumdan, benim taksiratımdan. Bu ağzı dili bağlı mahlûk saman bulamıyor dedi.

İmrahor dedi ki: Sen, birkaç onu bana ver de padişahın ahırında kuvvetlensin. Adam, eşeği o merhametli kişiye verdi. O da onu padişahın ahırına bağladı. Eşek, her yanda tavlı, semiz, güzel Arap atlarını gördü. Ayak bastıkları yerler süpürülmüş, sulanmıştı. Saman da tam vaktinde geliyordu, arpa da tam vaktinde. Atların tımarını da görünce başını göğe kaldırdı dedi ki: Ey ulu Allah, tutalım eşeğim, senin mahlûkun değil miyim? Neden böyle perişanım, neden sırtım yaralı, neden zayıfım? Geceleri arkamın acısından, karnımın acılığından her an ölümümü istiyorum.

Bu atların halleri böyle mükemmel. Peki, neden azap ve bela yalnız bana mahsus?

Derken ansızın savaş koptu Arap atlarına eğerleri vurup savaşa sürdüler. Onlar, düşmandan oklar yediler. Her yanlarına temrenler sapladı. Savaştan geri dönüp hepsi de perişan bir halde ahıra düştüler. Ayakları sağlam iplerle mükemmel bağlandı.

Nalbantlar sıra sıra dizildi. Hançerlerle bedenlerini yarıyor, yaralardan temrenleri çıkarıyorlardı.

Eşek bunları görünce dedi ki: Yarabbi ben yoksullukla süregeldim şu afiyete razıyım. O gıdadan da bizarım, o çirkin yaradan da. Afiyet dileyen dünyayı terk eder.

Tilki dedi ki: Allah emrine uyup helal rızk aramak farzdır. Bu âlem sebepler âlemidir.

Sebepsiz hiçbir şey elde edilmez, şu halde mutlaka dilemek lazımdır. Allah “Allah’ın ihsanını dileyin” diye emretti. Kaplan gibi kaçmak caiz değildir. Peygamber rızk için “Kapısı bağlıdır kapısında da kilit var” buyurmuştur. O kilidin anahtarı bizim hareketimiz, gelip gitmemiz ve kazancımızdır. Bu kapının anahtarsız açılmasına yol yok. İstemeden ekmek vermek Allah’ın âdeti değil.

Eşek o senin dediğin Allah’a dayanmanın zayıflığından. Yoksa can veren ekmek de verir. Padişahlık ve zafer isteyen kişiye ekmek lokması az gelmez oğlum. Tuzak kurup av avlayanlarla yırtıcı canavarların hepsi rızk yemede. Bunlar ne kazanç peşinde dolaşırlar, ne de rızk kazanmaya çalışırlar. Rızk verici Allah, herkese kısmetini vermededir. Herkesin kısmetini, önüne koymadadır.

Kim sabrederse rızkı gelir yetişir. Çalışıp çabalama zahmetine düşmen senin sabırsızlığındandır. Dedi.

Tilki dedi ki: Allah’a dayanma, nadir bulunur. Bu dayanmada mahir olanlar, pek az kimselerdir. Nadir şeyin etrafında dönüp dolaşmak, bilgisizlikten ileri gelir. Herkes nereden padişahlığa yol bulacak? Peygamber kanaate hazine demiştir. Gizli hazineyi herkes elde edebilir mi? Haddini bil de yukarılarda uçma. Uçma da kötülük çukuruna düşme!

Eşek bunu ters söylüyorsun dedi, bil ki kötülük, insana tamahtan gelir. Kanaatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç kimse padişah olmadı. Allah, ekmeği domuzlarla köpeklerden bile esirgemiyor. Şu bulut ve yağmur, insanların kazancı değil ya. Sen nasıl rızka düşkün bir âşıksan rızk da rızk yiyene öyle düşkün bir âşıktır.

Tilki dedi ki: Bu hikâyeleri bırak da az bile olsa elini kazanca at. Allah sana el vermiştir, bir iş yap. Kazan da bir dosta da yardımda bulun. Herkes bir kazanca yürümüş, başka dostlarına da, yardım ediyor.

Bütün kazancı bir kişi elde edemez. Bir kişi hem dülger, hem saka, hem terazi olamaz ya. Âlemin kararı böyledir. Herkes yoksulluğundan bir işe sarılmıştır. Ortada bedava yemek şart değildir. Sünnet olan yol, iş işlemek ve bir şey kazanmaktır.

Eşek dedi ki: Ben Allah’a dayanmadan daha iyi bir kâr bilmiyorum. İki âlemde de en iyi kazanç budur. Ona şükretme kazancının eşini göremiyorum. Allah’a şükür rızkı artırır. Aralarında bahis uzadı. Nihayet sualden de kaldılar, cevaptan da.

Tilki, bundan sonra ona “Nefislerinizi, ellerinizle tehlikeye atmayın” emrini söyledi.

Kuru ve kayalık bir sahrada sabretmek ahmaklıktır. Allah’ın alemi geniş. Buradan çayırlığa göç. Oradan ırmak kenarında yeşil otla otla. Cennet gibi yemyeşil bir çayırlık. Orada yeşillikler bitmiş, ta bele kadar büyümüş. Ne mutlu o hayvana ki oraya varır. Deve bile o yeşillikte kaybolur.

Orada her yanda bir kaynak akmada. Orada hayvanlar emana kavuşmuş, hepsi rahattaydı. Eşek eşekliğinden “A melun sen oradasın da neden böyle zayıfsın? Nerede neşen, semizliğin, nerede nurun, ferin? Neden bu sıkıntılara düşmüş bedenin böyle zayıf? Bu aç gözlülük, bu görmezlik, senin yoksuzluğundandır, beylerbeyi olduğundan değil. Madem kaynaktan geldin neden kurusun? Madem misk ceylanısın nerede sende misk kokusu? Söylediğin anlattığın şeylerden neden sende bir nişane yok ey yüce kişi? Diyemedi.

O eşekte çayırlığın rengini kokusunu duyunca elindeki bütün deliller kaçıp gitti. Yağmura muhtaç bir susuz haline geldi, bulut yoktu. Öküz açlığına uğradı, sabrı yoktu. Sabır demir kalkandır. Allah, kalkana “Zafer geldi çattı” yazısını yazmıştır.

Eşek, tilkiyle iki üç kere bahiste bulundu. Fakat mukallitti, tilkinin hilesine kapıldı.

Görgü ve anlayışı olmadığından tilkinin hilesi onu kandırdı. Yemek hırsı onu öyle bir alçalttı ki beş yüz delili olmakla beraber tilkiye zebun oldu.

Tilki hilede ayak diredi. Eşeğin sakalını tutup çekti. Nerede o tekkenin ilahicisi ki hararetle defe vurup “Eşek gitti eşek gitti” desin. Bir tavşan bile aslanı kuyuya sürüklerse bir tilki, eşeği çayırlığa nasıl sürüklemez? Kulağını tıka da o ihsan ve lütuf sahibi velinin afsunundan başka bir afsun okuma. Onun afsunu helvadan da tatlıdır.

Tilki eşeği alıp çayırlığa götürdü. Aslan, ona saldırıp paramparça edecekti. Eşek aslandan uzaktı. Eşeği görünce hırsından yaklaşmasına sabredemedi. Birden korkunç bir surette kükredi. Fakat kımıldayacak kuvveti yoktu zaten. Eşek, uzaktan bunu görünce dönüp nalları kaldırdı, ta dağın eteğine kadar kaçtı. Tilki dedi ki: A padişahım kavga zamanında neden sabretmedin? O sapık, sana yaklaşsaydı hafif bir saldırışta ona üstün gelirdin. Acele, Şeytanın hilesidir; sabır ve tedbir Allah’ın lütfu. O uzaktaydı hamleni görüp kaçtı. Zayıflığını anladı, yüzünün suyunu döktü. Aslan kuvvetim yerinde sandım dedi, bu derece halsiz olduğumu zannetmiyordum. Fakat açlık ve ihtiyacım hadden aştı. Açlıktan sabrım da kayboldu aklım da. Elinden gelirse bir kere daha onu baştan çıkar, buraya getir. Düzenlerle onu buraya getirmeye çalış. Sana pek minnettar olurum.

Tilki evet dedi, Allah yardım eder de körlükle gözünü bağlar, çektiği korkuyu unutursa ne ala. Bu da, onun eşekliğinden uzak değildir. Fakat onu yine kandırırda buraya getirirsem yine acele edip emeğimi yele verme.

Aslan dedi ki: Evet sınadım anladım ki pek halsizim bedenimde fer kalmamış. Eşek tamamı ile bana yaklaşmadıkça yerimden bile kımıldamam. Kendimi öyle uyur gösteririm.

Tilki yola düştü. “Aman padişahım sen bir himmet et de aklını bir gaflet bürüsün. Eşek her kötü kişiye kanmamak için Allah’a tövbeler etmiştir. Onun tövbelerini hilelerimle bozayım. Biz aklın ve aydın ahdin düşmanıyız. Eşekbaşı çocuklarımızın topudur, eşek fikri elimizin oyuncağı” diyordu.

Tilki, eşek hilemizi sınadıysa da bununla beraber bu hileye yüzlerce sınamayı unutur gider. Belki o gevşek huylu tövbesini bozar da bunun seyyiesine uğrar demekteydi.

Tilki çabucak eşeğin yanına geldi. Eşek, senin gibi dosttan çekinmek gerek.
A adam olmayan dedi, ben sana ne yaptım da beni ejderhanın yanına götürdün? Bana kinlenmene sebep neydi? Yaradılışındaki kötülükten başka ne sebep vardı buna a inatçı?

Tilki dedi ki: O bir büyü, bir tılsımdı, senin gözüne aslan göründü. Yoksa ben beden bakımından senden zayıfım, öyle olduğu halde gece gündüz orada otlamaktayım. O çeşit bir tılsım yapmasalar da her obur, doğru oraya koşardı.

Fillerle, ejderhalarla dolu aç bir dünya durup dururken hiç tılsım olmadıkça yazı, öyle yemyeşil durur mu? Ben, öyle korkunç bir şey görürsen sakın korkma diyecektim ama gönlüm haline yandı, o derde daldım da aklımdan çıktı. Seni köpek gibi açıkmış, perişan bir halde görünce koşa koşa gelsin diye seğirttim. Yoksa sana tılsımı anlatacak, sana bir hayal görünür ama aslı yoktur diyecektim.

Eşek dedi ki: Hadi ey düşman, çekil önümden, çekil de çirkin suratını görmeyeyim.

Seni kötü talihli bir hale getiren Allah, çirkin suratını da kerih ve pek berbat bir hale soktu. Bana hangi suratla geliyorsun? Gergedanın yüzü bile bu kadar kalın derili değildir. Seni çayıra götüreyim diye apaçık canıma kastettin.

Azrail’i gözlerimle gördüm. Sonra da yine bana düzen kurmaya, beni kandırmaya savaşıyorsun ha! Ben ister eşek olayım, ister eşeklerin kusuru. Nihayet benim de canım var. Bunu nasıl feda edebilirim? O gördüğüm amansız korkuyu çocuk görseydi derhal kocalırdı. O korkudan, o heybetten kendimi cansız, gönülsüz bir halde dağdan baş aşağı attım. O perdesiz azabı görür görmez ayağım, kakıldı kaldı. Allah’a ahdettim. Yarabbi dedim, ayağımdaki şu bağı çöz.

Bundan böyle kimsenin vesvesesine kanmayayım ey lütuflar sahibi Allah, ey yardımcım, ahtım olsun, nezrim olsun. Allah, o anda ayağımın bağını çözdü. O dua ve sızlanma, o niyaz yüzünden ayağım çözüldü. Yoksa o erkek aslan bana yetişseydi halim ne olurdu? Aslanın pençesi altında eşek ne hale gelir? Yine o aç aslan hileyle seni bana yolladı değil mi a kötü arkadaş? Tilki dedi ki: Bizim safımızda tortu yoktur. Fakat vehme gelen hayallerde, küçümsenecek şeyler değildir. ey saf ve bön adam, bütün bunlar senin vehmindir.

Yoksa sana karşı hiçbir gıllügişim yok. Kötü hayaline kapılıp bana bakma. Dostlara karşı neden kötü zanda bulunuyorsun?

Hele ben hiç kötü değilim. Adim kötüye çıkmış ama aldırma. O gördüğüm aslan değildi tılsımdı. O uğradığın şey kötü bile olduysa yine dostlar, o hatayı af ederler. Vehim ve tamahla korku âlemi, yolcuya pek büyük bir settir. Bu nakışlar bu hayal suretleri, dağ giiiiibi Halil’e bile zarar verdi. Cömert İbrahim bile vehim âlemine düşünce “Bu benim rabbimdir” dedi. Tevil incisini delen o zat, yıldızı görünce böyle dedi işte.

Eşek bir hayli çalıştı tilkiden korundu. Fakat köpek gibi acıkmıştı, açlık kendisine eş olmuştu. Hırsı üstün geldi, sabrı zayıfladı. Ekmek sevdası nice boğazları yırtmıştır. O, eşek açlığa tutsak olmuştu. Hileyse bile dedi tut ki öldüm. Bari bu açlık azabından kurtulurum ya. Yaşayış buysa ölüm bence daha iyi. Önce tövbe etmiş and içmişti ama nihayet eşekliğinden tövbesini de bozdu, andını da.

Tilkicik eşeği ta aslanın yanına kadar götürdü. Aslan, eşeği paramparça etti. O canavarlar padişahı, bu savaşta yoruldu, susadı. Su içmek üzere kaynağa gitti.

Tilkiceğiz eşeğin ciğeriyle yüreğini fırsat bulup yedi. Aslan, su içip dönünce aradı, eşeğin ne ciğeri vardı, ne yüreği.

Tilkiye ciğeri nerede, yüreği ne oldu? Dedi. Canavar, hayvanın bu iki uzvunu pek sever.

Tilki dedi ki: Onda yahut ciğer olsaydı hiçbir kere buraya gelir miydi? O kıyamet görmüş, o dağdan düşmeyi seyretmiş, o korkuyu tatmış, güç ile kaçmıştı. Ciğeri yahut yüreği olsaydı tekrar senin yanına gelir miydi? Bir gönülde gönül nuru olmadı mı o gönül, gönül değildir. Bir beden de ruh yoksa o beden, topraktan ibarettir

Bir Cevap Yazın