ZAMANININ EN GÜZEL BİR O KADAR DA BAHTSIZ PRENSESİ
Mısır’ın ilk kralı Fuad‘ın kızı; yine Mısır’ın son kralı Faruk‘un kız kardeşi ve İran’ın da son şahı Muhammed Rıza Pehlevi‘nin de ilk karısı olan Prenses Fevziye, en meşhur romantik filmleri bile geride bırakacak kadar renkli ve maceralı bir hayat sürdü… Şaşaa ile hayal kırıklığını, mutluluk ile üzüntüyü, iktidarı ve o iktidarın ardından gelen bir darbenin sebep olduğu çöküşü hep ardarda ve hadiselerin her zaman içerisinde bulunarak yaşadı.
Uzun senelerdir kendini göstermeyen Prenses Fevziye,bugün yetmişli yaşları geride bırakmış olanların hafızalarında önce güzelliği, sonra da dillere destan olan ama hüsranla neticelenen evliliği ile hatırlanır…
Mısır’ın ilk kralı Fuad ile Kraliçe Nazlı‘nın dört kızının büyüğü olan Prenses Fevziye, 1921’in 5 Kasım’ında İskenderiye’de doğdu. Yabancı dadılarla büyüdü ve dili mükemmel şekilde öğrendi… Kendisinden bir yaş büyük bir de ağabeyi vardı: Faruk…
Kral Fuad‘ın 1936’da ölmesi üzerine, tahta o sırada henüz 16 yaşında olan ağabeyi Faruk geçti. Kral’ın dört kız kardeşi evlenme çağına gelmek üzereydiler, ilk sırada en büyük kız kardeş, Fevziye vardı; güzel prensese uygun bir koca arandı ve bulundu: İran Şahı Rıza Pehlevî‘nin oğlu olan genç veliahd Muhammed Rıza Pehlevî…
Bu evlilik Mısır ile İran’ı yakın müttefik yapacak, Kahire ve Tahran tahtları arasında kurulacak akrabalık da her iki memleketi Ortadoğu’da daha da güçlü kılacaktı…
O sırada 18 yaşında olan Prenses Fevziye ile 20 yaşındaki Prens Muhammed Rıza Pehlevî, Kahire’de 1939’un 16 Mart’ında yapılan ve bin bir gece masallarını andıran dillere destan bir düğünle dünya evine girdiler.
Prenses düğünden sonra yeni memleketi olan İran’a gitti. Prenses, İran’a gelince büyük bir şaşkınlık yaşadı. O senelerde yüksek petrol geliri ile henüz tanışmamış olan İran, Mısır’da zenginliğin zirvesi içerisinde büyüyen Prenses Fevziye için bir orta çağ memleketi gibi idi; elektrikleri sık sık kesilen, caddelerinin çoğu hâlâ toprak olan, sarayı da büyücek ama fakir bir villayı andıran Tahran, prensese bir taşra kasabası gibi gelmişti.
Ertesi sene “Şehnaz” adını verdikleri bir kızları oldu,
kayınpederi Şah Rıza Pehlevî 1941’de tahttan feragate mecbur kaldı, yerini Muhammed Rıza aldı ve Prenses Fevziye İran’ın imparatoriçesi oldu.
Dünya basını Fevziye‘den artık “Asya Venüsü” diye bahsediyor, o senelerin en önemli dergilerinden olan Life’da sayfalar dolusu fotoğrafları sık sık çıkıyordu ama imparatoriçe mutsuzdu ve kocası ile anlaşamıyordu… 1946’da bir müddet kalmak için memleketine, Kahire’ye gitmek istedi, kızı Prenses Şehnaz‘ı beraberinde götürmesine kocası izin vermedi, üstüne üstlük berbat çok kötü bir hileye başvurunca Fevziye tek başına gitmek zorunda kaldı ve bir daha da dönmedi. 17 Kasım 1948’de Şah’tan boşandı ve kızını uzun yıllar göremedi…
1952 yılında Cemal Abdülnasır’ın yaptığı darbeden sonra ağabeyi sürgüne giderken o, ülkesinde kalmayı tercih etti. O zamana kadar “Mısır Kraliyet Prensesi” ünvanını taşıyan güzel prenses artık sadece “Fevziye Fuad Şirin” idi. Kahire ile İskenderiye’de yaşamaya devam etti,
Mısır’a bir buçuk asır boyunca hâkim olan Kavalalı Mehmed Ali Paşa Hanedanı’nın hayattaki en yaşlı mensubu olan Prenses Fevziye, filmleri bile geride bırakan işte böyle bir hayat yaşadı…
Prenses’i yakından tanıyanlar, ondan bahsederken “Şah’ın ikinci karısı Süreyya için ‘mahzun prenses’ denir ama Fevziye’nin İran’daki hayatı Süreyya’dan daha büyük bir hüzün içerisinde geçti ve bu hüznünü hiç belli etmedi” diye anlatırlar…
Şah, güzel prensesi kızından büyük bir hile ile ayırmıştı
Prenses Fevziye, 1946’da İran Şahı Rıza Pehlevî‘den ayrılması sırasında bir annenin yaşayabileceği en büyük üzüntülerden birini tatmış, Şah kızını Fevziye‘den kaçırmıştı…
İmparatoriçe’nin yaşadığı büyük üzüntüyü, hadiseyi yakından bilen bir diğer prensesin anlattıkları gün yüzüne çıkarmış idi:
“…Fevziye 1946’da kızı Prenses Şehnaz ile beraber Tahran’dan birkaç aylığına ayrılıp Kahire’ye gitmek istediğini söylediği zaman, Şah hiç karşı çıkmadan ‘Olur’ demişti.
Evlilikleri bir türlü yürümediği için bu yolculuğun dönüşü olmadığını Fevziye de, Şah da gayet iyi biliyorlar ama hem protokol kuralları hem de siyasi endişeler sebebi ile açıkça konuşamıyorlardı.
Şah, Kahire’ye güya ‘birkaç aylığına’ gidecek olan karısını uğurlamak için onunla beraber ve kalabalık bir maiyetle havaalanına gitti. İmparatoriçe’yi Kahire’ye götürecek olan özel uçağın önünde vedalaştılar. Feride kızı ve nedimeleri ile beraber uçağa bindi, kapılar kapandı ve pervaneler dönmeye başladı…
Ama uçak hareket etmedi, kapılar yeniden açıldı ve tekrar merdiven uzatıldı. Şah’ın protokol nâzırı uçağa gelerek Fevziye’ye ‘Majesteleri Şah hazretlerinin kızlarını son bir defa öpmek için aşağıya gönderilmesini rica ettiğini’ söyleyince Fevziye ‘Tabiii’ dedi ve protokol nâzırı Şehnaz’ı elinden tutup uçaktan çıkarttı.
Tam o anda merdiven çekildi, kapı kapandı, pervaneler hızla dönmeye ve uçak pistte ilerlemeye başladı. Şah’ın kızını kaçırdığını anlayan Fevziye çığlıklar atarak yerinden fırladı, pilota dönmesini emretti ama pilotlar asıl emri Şah’tan almış oldukları için Fevziye’nin haykırışlarına ve hıçkırıklarına kulak asmadan uçağı havalandırdılar…
Fevziye, Kahire’ye indiğinde kendinden geçmiş halde idi. Şah, sadece çocuğa değil, Fevziye’nin Tahran’da bıraktığı bütün mücevherlerine ve eşyasına da elkoydu!.”
BİTKİLERİN GİZEMLİ DÜNYASI AKLIMDAN GEÇENLERİ OKUDUN-ROMAN YAZAR: NİYAZİ KAPTAN