BİTKİLERİN GİZEMLİ DÜNYASI
Bitkilerin, ruhsal doyum sağlayan estetik titreşimlerini içgüdüsel olarak sezen insanoğlu, yaşamının en mutlu, en duygulu anlarını bir bitki örtüsü ile paylaşır. Çiçekler, doğumdan ölüme kadar çeşitli ortamlarda duygularımızı bizimle paylaşmıştır. Doğan bir bebeğin getirdiği mutluluğu, gönderilen sepet sepet çiçeklerle paylaşırız. Doğum günü, evlilik yıldönümü ve buna benzer kutlamalarda duygularımızı, yine gönderdiğimiz buketlerle ifade etmeye çalışırız. Sevgimizi ifade etmek için çiçeğin yardımını isteriz. Sevdiğimizle baş başa bir yemek yemek istediğimizde, masanın üzerinde bir çift mumun yanı sıra mutlaka çiçek bulundurmaya özen gösteririz. Hasta ziyaretine giderken genellikle çiçek götürürüz. Ve sevdiklerimizi son yolculuğuna uğurlarken yine duygularımızı ifade edebilmek için çiçeklerden yardım isteriz.
GÜZEL BİR TESADÜF
Amerikalı yalan makinesi uzmanı Cleve Backster (1924-2013),
1966 yılında dünyanın her yanından gelen polislere ve görevlilere, poligraf aygıtının kullanılmasını öğretmektedir. Galvanonetre ve yazıcıdan oluşan aygıt iki kısımdır. Bir canlının, örneğin denek olarak kullanılan kişinin gövdesinden zayıf bir elektrik akımı geçirilirken, bu kişinin en küçük duygusal dalgalanmaları ve kafasından geçirdiği imgeler, galvanometre göstergesinin ya da hareket eden grafik kâğıdı üzerindeki yazıcı ucun oynamasına neden olur.
Yani, düşünce ve duygu uyarısıyla insan gövdesinin elektrik geriliminde oluşan değişmeler ölçülür.
Backster, yorucu bir iş gününün sonunda odasında otururken birden aklına eser ve yalan makinesinin elektrodlarını, devetabanı dediğimiz bitkinin yaprağına bağlar. Backster’in amacı, bitkiye su verildiğinde, suyun emilişini ve bitkinin buna herhangi bir tepki gösterip göstermeyeceğini anlamaktır. Bitkide kayda değer bir reaksiyon saptayamaz çünkü suyun bitki içindeki hareketi tamamen fizyolojik bir olaydır.
İnsanda galvanometre göstergesini sıçratacak kadar güçlü bir tepki elde etmenin en etkin yolu, onun yaşamını ve mutluluğunu tehdit etmektir. Backster de bu düşünceden yola çıkarak bitkinin yapraklarından birini, o sırada elinde tuttuğu sıcak kahve fincanına sokuverir. Aygıt yine belirgin bir tepki vermez. Daha vahşi bir saldırı yapmaya karar verir. Elektrotların bağlı olduğu yaprağı yakacaktır. Kafasında yakma düşüncesini canlandırmasıyla birlikte, yazıcı uçta bir hareket olur, Backster kıpırdamamıştı. Peki, ne olmuştu? Bitki aklından geçenleri mi okumuştu? Kibrit almak için odadan dışarı çıkıp geri döndüğünde, grafik üzerinde yeni ve ani bir dalgalanmanın kaydedildiğini görür. Daha sonra yaprağı yakacakmış gibi hareket ettiğinde hiçbir tepki görmez. Acaba bitki, gerçek ve yapmacık niyetleri de ayırt edebiliyor muydu?
Gördükleri bir tesadüf müydü yoksa gerçek miydi? Backster için yeni bir ufuk açılmıştı. Sayısız deneylerin bir başlangıcı olmuştu bu. Önce, olayın kendi gözünden kaçmış mantıklı bir izahı olup olmadığını araştırdı. Bitkinin olağandışı bir yanı var mıydı? Ya kendisinin? Poligraf aygıtının bir kusuru olabilir miydi? Deneyleri kendi yaptı, yardımcılarına yaptırdı; ülkenin başka yerlerindeki meslektaşlarından yardım istedi. Otuza yakın bitki üzerinde deneylerini tekrarladı. Hepsi de benzer gelişmeler gösteren bu deneyler, yaşama başka bir görüş açıcından bakması gerektiğini söylüyordu.
BİTKİLER DE BAYILIR
Yaptığı çalışmalar sonrasında çok önemli sonuçlar elde etti. Birincisi, bitkilerin kendi düşüncelerini sezme yetenekleri vardı; yani duyu ötesi algılama yapabiliyorlardı. Yukarıdaki deney bunun en güzel örneğiydi.
Ayrıca, büyük bir tehlike karşısında kaldıklarında ya da kendilerine zarar verilebileceğini hissettiklerinde, insandakine çok benzer şekilde baygınlık geçiriyorlardı. Buna da şu tesadüfî olayla ulaştı. Bir gün, Kanadalı bir bayan fizyolog Backster’i ziyarete gelir. Backster misafirine deneylerinden örnekler vermeyi düşünmektedir. Birinci bitkide hiçbir cevap yoktur. İkincisinde de, üçüncüsünde de. Backster, poligraf aygıtında bir bozukluk olabileceği düşüncesiyle aygıtı gözden geçirir. O da çalışmaktadır. Bütün bitkiler sanki kendinden geçmiş gibidir. O anda Backster’in aklına bir soru gelir. “İşiniz, herhangi bir yönüyle bitkilere zarar veriyor mu?” “Evet” diye cevap verir bayan fizyolog “üzerinde çalıştığım bitkileri öldürürüm, kuru ağırlıklarını ölçmek için bir fırında pişiririm onları.” Bitkilerin bayılma nedeni belli olmuştu. Konuğun salonu terk etmesinden ancak 45 dakika sonra bitkiler kendilerine gelebilmişlerdir. Bu deneyim Backster’e, bitkilerin insanlar gibi bayılabileceklerini göstermiş oldu.
BİTKİLERİN BELLEKLERİ VAR MI?
Bitkilerin bellekleri var mıydı? Backster, bu sorunun cevabını araştırmak amacıyla bir çalışma hazırladı. Öğrencilerinden altısı, yapılacak deney için gönüllü oldular. Bir kabın içine altı küçük kıvrılmış kâğıt konuldu. Kâğıtlardan birinde, aynı odada bulunan bitkilerden birini kökünden sökmek, ayakaltına alıp çiğnemek ve bütünüyle öldürmek şeklinde bir talimat yazılıydı. Cinayet, tamamıyla gizli işlenecekti. Yani ne Backster ne de diğer öğrenciler suçlunun kim olduğunu bilmeyeceklerdi. Suçu işleyecek olan da içeri girip kâğıdı açıncaya kadar ne yapacağını bilmeyecekti. Çünkü kapıdan içeri şartlanmış olarak girerse bitkide korku sinyallerini saptanabilirdi ki bu da deneyi saptırabilirdi. Katili, yalnızca odada bulunan ikinci bitki bilecekti.
Deney tamamlandı. Backster bile halen katilin kim olduğunu bilmiyordu. Backster odaya girdi ve sonra da teker teker deneye katılan öğrenciler içeri girdiler. Diğer beş öğrenciye hiç tepki vermeyen bitki, gerçek suçlunun her yanına yaklaşışında, yazıcının ibresini çılgın gibi oynatıyordu. Demek ki bitkilerin sadece duyguları algılamanın ötesinde, geçmişi de hatırlayan bellekleri vardı.
BİTKİ, SAHİBİNE ÂŞIK
Backster, bitkilerle bakıcıları arasında bir bağlılık oluştuğunu da deneyimledi. Yanlarında olmadığı zaman bile, onlarla ilgili düşüncelerine cevap veriyorlardı. Önce, yan odadan giderek daha uzaktan yaptığı deneylerde, bitkilerin kendi düşüncelerine cevap verdiğini saptadı. Daha doğrusu, kişinin duygularını algılıyor ve ona paralel reaksiyon veriyordu. Örneğin kişi kızarsa, bitki bunu hemen algılıyordu. Kişinin kendisine gönderdiği sevgi mesajlarını da hemen algılıyordu. Hatta, bir konferans gezisinde, daha önce yaptığı deneylerin slaytlarını gösterirken, kilometrelerce uzaktaki bürosunda bulunan bitkilerin tepki gösterdiklerini saptadı. Bir kez bir kişiyle bağlantı kurduktan sonra, bu kişi nerede ve kiminle olursa olsun, bitkiler bu bağlantıyı koruyabiliyorlardı.
Ne tür bir enerji dalgasının insanın düşünce ve duygularını bir bitkiye iletebileceği konusunda bir görüşü yoktu Backster’in. Bitkiyi kurşundan yapılmış bir kabın içine, hattâ Faraday kafesi içine koyarak dış etkilerden korumaya çalıştı ama her iki perdeleme yöntemi de, bitkiyi insana bağlayan iletişim kanalını tıkamakta etkisiz kaldı.
KARİDESLERİN FERYADI
Bir başka çalışmasında Beckster, canlı minik karidesleri bir çanak içinde soğuk suyun içine koydu. Altta bir başka kapta su kaynıyordu. Hazırladığı deney ortamında bir alet, bilmedikleri bir zamanda üstteki çanağı devirip karidesleri kaynar suya dökecekti. Zamanı bilmedikleri için Backster’in duygularını bitkilerin algılama olasılığını ortadan kaldırmış olacaklardı. Deneylerin sonuçları, bitkilerin kaynar suda ölen karideslere aynı anda ve güçlü olarak tepki gösterdiklerini ortaya koydu. Deney ve sonuçları 1969 yılı sonunda Uluslararası Parapsikoloji Dergisinde yayınlandı.
Backster, araştırmalarına devam ederken bir süre sonra deneylerini poligraf yerine kardiyograf (kalp elektrosu) daha sonra da ensefalograf (beyin elektrosu) kullanmaya başladı. Çünkü bu aletler poligraftan çok daha duyarlıydılar.
Backster’in bir radyo programını dinleyerek etkisi altında kalan ve bu konuda çalışmalara başlayan bir başka araştırıcı Pierre Paul Sauvin isimli bir elektronik uzmanı olmuştur. Geliştirdiği elektronik aygıt Backster’in aygıtından 100 kat daha hassas kayıtlar yapabiliyordu. Sauvin de yaptığı çalışmalar sonucunda şunun farkına vardı: En iyi sonuçları, özel yakınlık kurduğu bitkilerden alabiliyordu.
BİTKİLER SAYI SAYIYOR
Japonya’da Yokohama yakınlarında yaşayan bir felsefe doktoru ve aynı zamanda başarılı bir elektronik mühendisi olan Dr. Ken Hashimoto, bitkiler âleminde en iyi sonuçları veren bir aygıt geliştirdi. Backster’in deneylerini okuduktan sonra, akupunktur iğneleri yardımıyla kaktüs ailesinden bir bitkiyi bir poligraf aygıtına bağladı.(Kendisi aynı zamanda Japon polisine yalan makinesi konusunda danışmanlık da yapmaktaydı). Amacı, karşısına aldığı bir bitkiyle gerçek bir konuşma yapabilmekti. Kişilerin konuşmalarını yani seslerini nasıl elektronik çizgiler haline getirebiliyorsa, sistemi tersine çevirip, grafik çizgilerini de sese dönüştürebilmeyi amaçladı. Yaptığı çalışmalar başarısızdı. Ama karısı Bayan Hashimoto, onun başarısızlığını bir anda başarıya çevirdi. Kendisi, bitkileri çok seven ve iyi çiçek yetiştirici olarak tanınan bir kimseydi. Bayan Hashimoto, bitkiye olan sevgisini dile getirdiğinde cevap gecikmedi. Çıkan titreşimler sese dönüştürüldüğünde, uzaktan gelen ince bir vınlamaya benziyordu. Ama hoş ve değişken ritim ve tonlarıyla daha çok bir şarkıya benziyor, zaman zaman duygulu ve neredeyse neşeli bir havaya bürünüyordu. Bayan Hashimoto bitkiyle öyle bir yakınlık kurmuştu ki, çok geçmeden bitkiye sayı saymasını ve yirmiye kadar toplama yapmasını öğretmişti. 2+2’nin kaç ettiği sorusuna kaktüsün verdiği sesli yanıtı kayıt cihazındaki grafiklere uyarladıklarında, dört belirgin tepe noktası oluşturduğunu gördüler.
CAN VEREN SEVGİ
Backster ile Sauvin deneylerine ABD’nin doğusunda devam ederken Kaliforniya’da Marcel Vogel isimli araştırma kimyageri de konu üzerine eğildi. Çalışmalarından birini, psişik yetenekleri olan arkadaşı Vivian Wiley ile birlikte yaptı. Bayan Wiley evinin bahçesindeki taşkıran çiçeğinden iki yaprak kopardı; birini yatağının yanındaki etajerin üstüne, diğerini de oturma odasına koydu. “Her sabah kalktığımda başucumdaki yaprağa bakıp onun yaşamasını diliyorum, öbürüne ise hiç ilgi göstermiyorum. Ne olacağını birlikte göreceğiz” dedi Bayan Wiley. Bir ay sonra Vogel’i çağırdı ve yaprakların resmini çekmesi için fotoğraf makinesini da getirmesini istedi. Vogel gördüğüne inanamıyordu. İlgi görmeyen yaprak kararmış, buruşmuş, çürümeye başlamıştı. İlgisin her gün üzerinde yoğunlaştırdığı yaprak ise sanki yeni koparılmışçasına yaşam dolu ve yemyeşildi.
Vogel, bu çalışmadan çok etkilendi ve kendisi de üç karaağaç yaprağıyla deneyi tekrarladı. Alınan sonuç yine çok etkileyiciydi. Vogel psişik enerjinin gücüne tanık olmuştu.
Vogel, bir başka deneyinde, devetabanı bitkisinin yapraklarını galvanometreye bağladı. Bitkinin önünde duruyor, tümüyle gevşemiş olarak derin soluklar alıyor ve parmaklarını bitkiye dokunurcasına yaklaştırıyordu. Aynı zamanda da bir dosta yöneltilebilecek türden sıcak duygularını bitkiye aktarmaya çalışıyordu. Her yapışında da aygıtın yazıcı ucu titreşimler kaydediyordu. Üç beş dakika sonra Vogel’in sevgi sinyalleri bitkide hiçbir harekete neden olmuyordu; sanki onun çağırılarına karşılık olarak tüm enerjisini tüketmiş gibiydi. Vogel bu çalışmalar sonucunda düşüncelerini şöyle açıklıyordu: “Bitkiler aşırı duyarlıdır. Çevrelerine enerji verirler, insana yarar sağlayan güçler yayarlar. Kişi, kendi güç alanına akan bu enerjiyi hissedebilir. Kişinin güç alanı da, karşılıklı olarak bitkiyi besleyebilir.” Vogel, Amerikan yerlilerinin bitkilerin bu özelliğini çok iyi bildiklerini söylüyor. İhtiyaç duydukça ormana gidiyor, kollarını ki yana açıp sırtlarını çam ağaçlarına yaslayıp, kendilerini ağacın gücüyle tazelerlerdi.
Bir gün Vogel’i psikolog bir arkadaşı ziyarete geldi. Bitkilerin psişik etkilenmesini göstermek için Vogel, arkadaşından bitkiye güçlü bir duygu göndermesini istedi. Bitki, ani ve yoğun bir tepki dalgasını takiben birdenbire kabuğuna çekiliverdi. Vogel arkadaşına, aklından ne geçirdiğini sorduğunda aldığı cevap çok enteresandı: “Onu evimdeki devetabanıyla karşılaştırdım ve benimkinin daha üstün olduğunu düşündüm.” Vogel’in devetabanı küsmüştü. Gerçekten de 15 gün süreyle bitki somurttu durdu
AĞAÇLARIN AURASINDAN YARARLANABİLİR MİYİZ?
Usta Arayıcı diye ün yapan Wilhelm de Boer, parmaklarının arasında gevşekçe tuttuğu arama çubuğu ile çeşitli deneyler yapmıştır. Özellikle ağaçların ve insanların çevrelerine yaydıkları enerji alanlarını yani auralarını ölçmüştür. Büyük bir meşe ağacının enerji alanı 5-6 metreye kadar yayılmaktadır. Ağaç küçüldükçe alan da daralıyor. Koca bir meşeden gelen enerji insanın aurasının gücünü de geçici olarak arttırmaktadır. Bunu bir deneyle de ispatlamıştır. Doktor Zaboj Harvalik’in aurası, başlangıçta 3 metreye ulaşıyordu. Büyük bir meşe ağacını iki dakika kucakladıktan sonra bu alanın genişliği iki katına çıkmıştır. Ağaçların ve özellikle meşe ağacının gövdesine bir süre sarılmak âdeti, bilindiği gibi çok eskilere dayanır.
Montreal’de McGill Üniversitesinde araştırma biyokimyacısı olan Dr. Bernard Grad da şöyle bir deney yaptı. Macar asıllı şifacı Oscar Estebany’nin yarım saat elleri arasında tuttuğu su ile sulanan bitki tohumları, normal suyla sulananlara oranla daha çabuk büyüdüler.
Peki aynı yöntemle Estebany’nin dışındaki kişilerden nasıl sonuç alınabilirdi? Enstitüde çok sayıda hasta arasından depresif nevroz tepkileri gösteren 26 yaşında bir bayanla, psikoz depresyonu olan 37 yaşında bir beyi seçti Dr. Bernard Grad. Ayrıca, psikiyatrik açıdan normal olan 52 yaşında bir hastadan da yararlanacaktı. Seçilenlerin üçü de, içinde maden tuzu çözeltisi bulunan kapalı şişeleri tuttular. Normal kişinin elinde tuttuğu su çözeltisiyle sulanan bitkiler, hem psikiyatrik hastalarınkine hem de hiç işlem görmeyen, karşılaştırma bitkilerine nazaran daha hızlı büyüdüler. Psikozlu hastanın bitkisi en yavaş büyüyendi. Nevrozlu hastanın bitkisi ise, Dr. Grad’ın beklediğinin aksine, karşılaştırma bitkilerinden biraz daha hızlı büyüyordu. Nedenine gelince, Psikozlu hasta, kapalı şişe eline verilince hiçbir tepki göstermemişti. Oysa nevrozlu bayan, hemen nedenini sormuş, konuyu öğrenince de ilgi göstermiş ve Dr. Grad’ın ifadesiyle “daha neşeli” bir havaya girmişti. Ayrıca bayanın şişeyi, bir annenin bebeğini kucaklaması gibi sevecenlikle tuttuğunu gözlemlemişti. Önemli olan bayanın hastalığının genel gidişi değil, şişeyi tuttuğu sıradaki ruhsal durumuydu. Bazı ülkelerde mandıralarda çalışan kadınların aybaşı dönemlerinde peynir yapılan bölmelere sokulmadığını,çünkü böyle zamanlarda bakteri kültürleri üzerinde olumsuz etkileri olduğuna inanıldığını hatırladı Dr. Grad.
Dr. Grad ikinci deneyde bitkileri kullandı. Ekilen arpa tohumlarının bir bölümü Estebany’nin elinde tuttuğu kaplardaki suyla sulanırken, diğerleri normal suyla sulanıyordu. Deney sonunda, Estebany’nin elinde tuttuğu kaplardan sulanan tohumlar daha iri bitkiler vermiş, diğerleri normal boyda kalmışlardı. Estebany’nin suya kimyasal madde karıştırmış olabileceği düşünülerek ikinci deneyde mühürlenmiş laboratuar şişeleri kullanıldı, ama sonuç yine değişmedi. Dr. Grad bir başka deneyde de psikiyatrik olarak normal sayılan bir kişinin tuttuğu suyla, bir akıl hastasının tuttuğu suyun farklı sonuçlar doğurduğunu tespit etmişti. Normal kişinin tuttuğu kaptaki suyla sulanan bitkiler, akıl hastasının suladığı bitkilerden daha kaliteliydi.
PARAPSİKOLOJİ – BİTKİLER ARAŞTIRMASI
Bazı İngiliz araştırmacıları ise, toplanacaklarını ya da turşu yapılacaklarını anlayan domateslerin korkudan komaya girdiklerini kanıtlamışlardı.
Amerikalı kimyager Marcel Vogel bir karaağaçtan kopardığı üç yaprağı bir cam tabağın içine yerleştirdi. Her gün kahvaltıdan evvel bir dakika süreyle iki yaprağa bakıyor ve yaşamlarını sürdürmelerini telkin ediyordu. Üçüncü yaprağı ise sürekli ihmal ediyordu. Sonunda ilk iki yaprak yeşil kalırken üçüncüsü kurudu. Dahası, ilk iki yapraktaki ağaçtan koparılma izleri de iyileşmişti. Bu, eylem halindeki psişik enerjiydi.
Luther Burbank, telkin yoluyla dikenli kaktüslerin dikensiz hale getirilebileceğini keşfetti. Kaktüslere “Korkulacak bir şey yok, bu dikenlere ihtiyacınız yok, ben sizi koruyacağım” diyerek telkinde bulunuyordu. Burbank aynı yolla hiç çiçek açmayan bitkileri bile çiçek açar hale getirmişti.
“Bitkilerin Gizli Yaşamı” adlı kitaptan özetlenerek alınmıştır.
Yazarlar: Peter Tompkins ve Christopher Bird
YOKSUL ÇİFTÇİ İLE ARİSTOKRAT (A.FLEMING) ZAMANININ EN GÜZEL BİR O KADAR DA BAHTSIZ PRENSESİ