Kişisel Web Sitesi

ÜÇ YOLCU

Bir Yahudi, bir Müslüman, bir de Hıristiyan yolda arkadaş oldular. Baykuş, karga ve doğan, bir kafese düşebilir. Hapiste bir temiz kişiyle bir beynamaz arkadaş olabilir.

Bu üç yoldaş bir konağa vardılar. Orada bir devletli, kendilerine helva hediye etti.

Bir ihsan sahibi, “Ben yakınım” sofrasından her üç garibe de helva götürdü. Allah’tan sevap ümidi ile sıcak somun ve bal helvası hediye etti.

Şehirliler edep ve zekâ ehli olurlar. Toy vermek yoksul doyurmak da köylülere verilmiştir. Allah, garibe ziyafet çekmeyi köylülere vermiştir. Köylerde her gün Allah’tan başka imdadına yetişecek hiç kimsesi olmayan yeni bir misafir vardır.

O iki yabancı, adamakıllı yemek yemişler, imtilaya uğramışlardı. O Müslüman ise oruçluydu. Akşam namazı vakti o helva gelince Mümin, pek aç olduğundan yemek istediyse de, ikisi de biz boğazımıza kadar tokuz. Bu yemeği bu gece bırakalım da yarın yeriz. Bu gece sabredelim, yemeyelim de helvayı yarına saklayalım dediler.

Mümin dedi ki: Sabrı bırakalım da bu gece yiyelim yarının sahibi var. Ona sen, böyle hikmet satarak yalnız yemek istiyorsun galiba dediler.

Dedi ki: Dostlar, biz üç kişi değil miyiz? Bana razı değilseniz pay edelim. Kimse ne düşerse diler yesin, diler saklasın. İkisi birden hayır dediler, pay etmeyi bırak, “her pay eden cehennemdedir” sözünü duy.

Mümin, burada pay eden, kendi havasına uyup pay edendir. Allah için pay eden değil. Sen de Allah’ınsın onun payısın. Onun payını başkasına verirsen ona şirk koşmuş olursun. Eğer kötü kişilerin zamanı olmasaydı bu aslan, köpeklere üstün olurdu. Onların kasti o Müslüman’ın gam yemesi, o geceyi aç geçirmesiydi.

Allah’a teslim oldu, boynunu eğdi, dostlarım dedi, baş üstüne, dediğiniz gibi olsun.

O gece yatıp uyudular, sabahleyin kalkıp kendilerini bezediler. Yüzlerini ağızlarını yıkadılar. Her biri, kendi yolunca virdini okumaya koyuldu.

Bir zaman virtlerine yüz tutup Allah’tan lütuf ve ihsan dilediler. Müminde ulu padişaha yüz tutar, Hıristiyan da Yahudi de; Mecusi de. Hatta taş, toprak, dağ ve suyun bile Allah’a gizli bir duası, ilticası vardır.

Her sözün sonu gelmez. Her üç dostta ibadetlerini bitirdikten sonra dostçasına birbirlerine yüz çevirdiler.

Biri dedi ki: Her birimiz gördüğü rüyayı anlatsın. Kimin rüyası daha güzelse bu helvayı o yesin, üstün olan alt olanın payını alsın. Aklı en üstün olanın yemesi herkesin yemesi demektir. Onun nurlarla dolu olan canı üstün gelmiştir, arda kalanların derdine o deva eder. Akıllılar, ebediliğe ulaşmışlardır. Şu halde onların vücudu ile bu âlemde mana bakımından bakidir.

Bunu üzerine önce Yahudi gördüğünü söyledi, geceleyin ruhu nerelerde gezdiyse anlattı. Dedi ki: Yolda önüme Musa çıktı. Öyledir, kedi rüyasında yağlı kuyruk görür.

Musa’nın ardında Tur dağına gittim. Ben de Musa’da Tur dağı da nura gark olduk, görünmez bir hale geldik. O güneşin nuru ile üç gölge de mahvoldu. Ondan sonra o nurdan bir kapı açıldı. O nurun içinden bir başka nur göründü. O ikinci nur, çabucak yüceldi. Ben de, Musa’da, Tur dağı da… Üçümüzde o nurun doğmasıyla yok kaybolduk. Ondan sonra gördüm, Allah nurunu ona üfürünce dağ üçe ayrıldı.

Heybet sıfatı ona tecelli edince parçalar, birbirinden ayrıldı Her bir parçası bir tarafa gitti. Bir parçası denize doğru gitti. Zehir gibi acı olan deniz suyu, bu yüzden tatlılaştı.

İkinci parçası yere geçti, yerden tatlı sular, deva çeşmeleri kaynadı. Tertemiz vahyin kutluluğundan o sular, bütün hastalara şifa kesildi. Öbür parçası da derhal uçup da Kâbe’nin yanına gitti, Arafat dağı oldu. Sonra tekrar o sesten kendime geldim, bir de gördüm ki Tur yerindeydi, ne eksiği vardı, ne fazlalığı.

Fakat Musa’nın ayağı altında buz gibi eriyordu. Ne çukuru kaldı ne tepesi. Heybetten yerle bir oldu, tepesi de o heybetle eteğiyle birleşti. Derken yine kendime geldim, gördüm ki Tur’la Musa, eskisi gidi durmakta. Yalnız dağın eteğindeki çölde yüzleri Musa’ya benzeyen bir alay halk var. Onun gibi onların ellerinde de birer asa var, hırkası tıpkı onların hırkasına benziyor. Hepside eteğini çemremiş kendi turuna gitmekte. Hepsi ellerini duaya kaldırmış, “Rabbin bana görün” demeye koyulmuş.

Sonra yine o dalgınlıktan kendime geldim, her birinin sureti bana başka türlü göründü. Hepsi de Allah aşığı peygamberdi bunların. Bu suretle bana peygamberlerin birliği anlatılmış oldu.

Bu sırada yine o ulu melekleri gördüm. Kardan meydana gelmişti bunlar. Bunlardan başka yardım dileyen bir halka melek daha vardı ki onlarda ateşten yaratılmışlardı.

O çıfıt böyle söyleyip duruyordu. Nice Yahudi vardır ki sonu iyi olur. Hiçbir kâfiri hor görmeyin. Müslüman olarak ölebilir olur ya. Ömrünün sonundan ne haberin var ki ondan tamamı ile yüzünü çeviriyorsun.

Ondan sonra Hıristiyan söze geldi. Dedi ki: Rüyada Mesih gördüm. Onunla dördüncü kat göğe âlemin güneşinin bulunduğu durağa çıktım. Gök kalelerinin şaşılacak şeylerini gördüm. Bu âlemdeki alametlere hiç benzemiyorlardı.
Oğulların gökçeği, herkes bilir ki gökyüzünün hüneri, elbette yeryüzünden üstündür.

Hıristiyan da, hepiniz bilirsiniz ki dedi bu yüce gök, şu eski yeryüzünden yüzlerce defa geniştir. Nerede gökyüzünün acayip genişlikleri, nerede şu yerin köşeleri, bucakları?

Müslüman bunu üzerine dedi ki: Dostlar, sultanım Mustafa zuhur etti.

Bana dedi ki: Onların birisi Tur’a gitti, Allah Kelim’ine arkadaş oldu, aşk tavlası oynamaya girişti. Öbürünü de sahipkıran İsa aldı, dördüncü kat göğe çıkardı.

Kalk a arda kalmış zarar görmüş adam! Bari o helva ile yahniyi sen ye. O hünerli, sanatlı kişiler, koştular; devlet ve mevki mektubunu okudular. O iki faziletli er, lütuf ve ihsanlar buldular, meleklere karıştılar. Ey arda kalmış saf ve bön! Kalk, sıçra da helva kâsesinin başına otur! Bu sözü duyunca Hıristiyan’la Yahudi a haris dediler, yoksa helvayı yedin mi?

Müslüman, “O emrine itaat edilen padişah, emredince ben kimim ki buyruğuna uymayayım? Sen Yahudi’sin Musa’nın emrinden baş çekebilir misin? Seni iyi ve kötü bir şeye koşsa emrinden nasıl olur da dışarı çıkabilirsin? Sen de Mesih’e tabisin, hayır veya şer, herhangi bir işte Mesih’in emrine karşı durabilir misin? E… Artık ben nasıl olur da peygamberlerin övündüğü Peygamberimin emrinden dışarı çıkabilirim?
Helvayı yedim tabii, şimdi de sarhoşum işte!” dedi.

Bunun üzerine vallahi dediler, rüya, senin rüyan. Bu gördüğün rüya, bizim yüzlerce rüyamızdan üstün.

Bir Cevap Yazın